T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Dostoyevski, Gorki ve Nazım Hikmet

Nazım Hikmet, yakınlarda çıkan ve Yazılar genel başlığı altında toplanan yazılarının 1. cildinde, Maksim Gorki'nin ölümü dolayısıyla kaleme aldığı yazıda şunları söylüyor: "Derler ki, Dostoyevski ile Gorki ondokuzuncu asır sonları ve yirminci asır başlangıcı Rus edebiyatının iki kutbudur. Dostoyevski maziyi, karanlığı, hatayı, bezginliği, insanın 'zavallılığını' temsil eder. Gorki istikbali, aydınlığı, sıhhati, kavgayı ve insanın kudretini abideleştirir. Ondokuzuncu asır Rusyası yirminci asrın 17'nci yılında yuvarlanıp gitti. Dostoyevski de, roman sanatındaki bütün hünerlerine, tiplerini tahlil edişindeki bütün kudretine rağmen, bu göçen âlemle beraber devrildi. Üstünde durulmaya değer bir eski eşyalar müzesi demirbaşı oldu. Gorki yaşıyor. Yaşayacak." (Yazılar-1, YKY, İst. 2002, s.212).

Bu satırların hele de bu günden geriye bakıldığında fazlasıyla aceleye getirilmiş hükümleri içerdiği belli olmuyor mu? Nazım Hikmet'in bu satırları yazdığı sıralarda (Haziran 1936), sanıyorum, Rusya'da Dostoyevski hâlâ sansürlü yazarlar arasında yer alıyordu. Onun okunmasında sakınca bulunmadığının kabul edilmesi daha sonraki yıllardır. Dostoyevski gerici, devrim karşıtı bir yazar olarak tanımlanmıştı. N. Hikmet'in, o günün Türkiye'sinde bu tanımı canla başla benimsediği anlaşılıyor. Dostoyevski'nin bir romancı olarak değerini takdir etmesine rağmen, onun politik görüşlerinden hazzetmediği için, Bolşevik devriminin (1917), Çarlık rejimiyle birlikte Dostoyevski'yi de devirdiğini düşünüyor. Bu fikir, Nazım Hikmet'in, sanıyorum, başat fikirleri arasında yer alıyor; o, yazarların, rejimlerle yaşayıp, onların ölümüyle öleceğini düşünüyor. Nitekim Gorki'nin yaşayacağına dair kehaneti de, Sovyet rejiminin o tarihteki iktidarına bağlanmış görünüyor. Ömrü vefa etseydi de, Sovyet rejiminin bu gününü görebilseydi, acaba fikrini değiştirir miydi? Büyük bir ihtimalle, evet. Çünkü görürdü ki, eğer bir yazar olarak Gorki'nin okunmasını sağlayan bazı değerler varsa, bu değerler, o yazarın içinde yaşadığı siyasal rejimden müstakil olarak geçerliğini sürdürebilir veya sürdüremez. Başka deyişle, bu değerler yazarın öznitelikleri arasında yer alıyorsa, yazar da, okunmaya devam eder.

Dostoyevski'nin insanı tanımadaki nüfuzlu bakışı, Çarlık rejiminden de bağımsızdı. Gerçekte o, Çarlık rejiminin adaletsiz uygulamasına da karşıydı. İdama mahkûm edilmesi ve arkasından dört yıl kürek cezası yemesi, tam da bu sebepten değil miydi? Dostoyevski, insanı, onun iç çelişkileri ve çatışkıları içinde, ilk kez dünya edebiyatında böylesine açık ve berrak bir dille ortaya koyma başarısına ermiştir. Bu resmedişte insanın "zavallılığı" da ortaya çıkıyorsa bunda bir vebal mi aramalı ve bir vebal varsa bunu yazara mı yüklemeli? Onun romanlarında insanın zavallılığı kadar onun yüceliği, onun ele avuca gelmezliği, onun isyanı ve inkârı kadar teslimiyeti ve imanı da dile gelir. Kısacası, insanın hali gözler önüne serilir. Bundan çıkartılacak karamsar sonuçlar varsa, bu, yazarın dışında kalan bir olaydır; bu, onu öyle okuyana ait bir sonuçtur. Dostoyevski, N. Hikmet'in sandığı gibi Bolşevik rejimiyle birlikte devrilip gitmedi. Devrilip giden Bolşevikler'in kurduğu rejim oldu. Dosto ise, dünyanın her yerinde ve bu arada Türkiye'de de, okunmaya devam ediyor, kitapları baskı üstüne baskı yapıp duruyor.


11 Temmuz 2002
Perşembe
 
RASİM ÖZDENÖREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED