T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Türkiye gerçekten hızlı değişiyor!

Geçen hafta Türkiye'nin toplumsal ilişkilerde çok hızlı değişmekte olduğunu yazmıştık. Bilhassa "kenar"dan gelen kesimlerin şehir hayatına uyum sağlama noktasında gözlemlenen gelişmelere dikkat çekmiştik.

Geçen haftadan bu yana siyaset alanında meydana gelen gelişmeler, bizim "Türkiye çok hızlı değişiyor" kanaatimizi ispatlamaya çalışıyor. Şu birkaç gün içerisinde yaşananları kim tahmin edebilirdi ki? Demek ki Türkiye'deki değişme sadece toplumsal alanda değil siyasal alanda da sanıldığından daha hızlı işliyor; beklenmedik olaylar yaşanıyor ve planlanmadık hedeflere doğru ilerliyor.

Yaşananlar şaşırtıcı gibi gözükse de gelişmeleri geniş bir zaviyede ve uzun bir zaman diliminde değerlendirenler için hiç de şaşırtıcı değildir. Hatta bazı tezlerin doğrulanması ve iddiaların test edilmesi için önemli bir fırsattır da.

Gelişmeler son derece öğretici ve anlamlı bir görüntü vermektedir.

Siyaset üzerindeki baskılar dayanılmaz hal aldı...

Türk siyasetinin temel sorununun, son yıllarda yapılan siyaset dışı müdahalelerle siyasetin işlevsizleştirilmesi ve toplumun giderek siyasetsizleştirilmesi olduğunu defalarca yazdık. Siyasal gelişmeleri takip eden her bir gözlemci siyasetteki işlevsizleşmeyi ve siyaset üzerindeki siyaset dışı güçlerin egemenliğini gayet net şekilde farketmektedir. Siyasette yaşanan sorunların sadece siyaset yapısını değil diğer tüm toplumsal yapıları da etkilediğini günlük gelişmelerle zaten farketmekteydik. Mesela iki yıldır yaşanan ekonomik krizin siyaset kriziyle, temsil kriziyle, siyasetin alanının daraltılmasıyla, siyaset işlevinin temsil dışı kurumların eline geçmesiyle yakından ilgili olduğunu aklı başında herkes söylüyordu.

Tam bu noktada ekonominin siyasetten koparılması çabasının öne geçmesi ve ekonomideki krizin faturasının siyasete kesilmek istenmesi paradoksal bir durumdu. Ekonomi-politik üzerinde hiçbir etkisi kalmayan bir siyaset olabilir mi, sorusunu kimsenin yüksek sesle sormaması ilgi çekiciydi. Şimdiye kadar siyasetin ekonomiyle ilişkileri normal ve rasyonel değildi; bu doğru ama siyasetin etkisinden tamamen çıkarılmış bir ekonominin varlığı normal olabilir mi? Bu sorunun tartışılmasının tam zamanıdır.

Gelişmeler öğreticidir dedim, bunu biraz açmakta yarar var.

Gelişmeler öğreticidir...

Öncelikle gelişmeler siyaset üzerindeki bunca kontrolün, cendereye almaların, işlevsizleştirmelerin ve alan daraltmaların bir noktadan sonra kontrol edilemediğini ve benzetme yerinde ise "dikişlerden attığını" söylemek mümkündür. Bu durumu özellikle Demokratik Sol Parti (DSP)'deki gelişmelerde gözlemekteyiz.

DSP kurulduğu günden bu yana farklı bir parti görüntüsü vermiştir. Bu farklılığı vurgulamak için "Ecevitlerin partisi", "Aile partisi", "Karı-koca partisi" gibi ifadelerle anlatılmıştır. Bu kavramlaştırmalarda saklı olan şuydu: Bülent Ecevit ve eşinin tek egemen güç oldukları, onların dışında hiçbir şeyin olmadığı, parti içi ilişkilerde hiçbir muhalefetin, demokratik gelişmenin ve serbest siyaset performansının olmadığı bir parti.

Ecevit buraya CHP'de bilhassa yetmişli yıllarda yaşanan hizipleşmeler, kargaşalıklar, tartışmalar ve yarışlar neticesinde varmıştı. Bunlardan ağzı yanan Ecevit öyle bir parti kurma yoluna gitmiştir ki kendisinin dışında hiçbir güç ve kişinin olmadığı bir yapı ortaya çıkmıştır.

Ecevitler'in egemenliğine ve onlarla beraber hareket eden dar bir yönetici kadrosunun irrasyonel tasarruflarına tahammül etmemek gerektiğinin farkına varan, isimleri ve resimleri yeni yeni ortaya çıkan bazı kişiler bir "vefa" bahanesiyle kendilerinin var olduklarının farkına varmışlardır. Demek ki baskı ve yok sayma bu noktaya kadarmış! Buna rağmen şaşırtıcı olan partilerinden istifa edenlerden hiçbiri son yıllarda iktidar eliyle gerçekleştirilen bunca sorunun hiçbirini istifa nedeni olarak göstermemiş olmasıdır. Tüm istifaların "vefa"ya dayandırılması tam da Ecevitler partisinin misyonuna uygun düşmektedir!

Diğer önemli gelişme, hiç kuşkusuz Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli'nin Pazar günü Bursa'da Kocayayla'daki şenliklerde yaptığı konuşma ile ortaya koyduğu tavırda saklıdır. Hiç kimsenin beklemediği bir anda Bahçeli, erken genel seçimlerin 3 Kasım'da yapılmasını ileri sürdü ve bunun için gerekli girişimleri başlattı.

Bu olay da siyaset üzerindeki baskılara, yok saymalara, siyaset dışı güçlerin siyaseti dizayn çabalarına verilen bir cevaptı. Öyle anlaşılıyor ki MHP ve Bahçeli 1999'dan bu yana en önemli çıkışını yapmış ve tüm hesapları altüst ederek bir anda siyasetin tepe noktasına yerleşmiştir. Siyaset ve siyaset üzerinde etkin olan güçler MHP'yi hükümetten ve siyasetten tasfiye etmeyi planlarken, MHP bu planları yırtıp çöpe atmıştır.

Ancak bir önemli nokta daha var; o da şu: Birkaç gündür yaşanan bu gelişmeler kendinden ve önceden planlanmayan gelişmeler mi, yoksa önceden bir "el"in büyük bir başarıyla yaptığı plan ve düzenlemenin ürünü mü?

Rivayetler muhtelif. Kendinden olduğu hususunda şüpheler var. Olayların, kimine göre Mesut Yılmaz'ın kendini başbakanlığa taşıyacak bir planın ürünü olduğu, kimine göre ise K. Dervişin siyasette önünü açacak ve Bilderbergçiler'in planlarına göre başbakanlığa taşıyacak planların uygulanması olduğunu yazanlar var.

Yaşanan bu gelişmelerin, siyasetin değişmekte olduğunu mu yoksa değişmeye karşı direnme çabaları mı olduğunu önümüzdeki günler gösterecek. MHP ve Bahçeli 3 Kasım'da erken genel seçim önerisiyle siyaseti değiştirmeyi mi, statükonun devamını mı amaçlamaktadır?

Düşünmeye değer bir soru!


11 Temmuz 2002
Perşembe
 
DAVUT DURSUN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED