|
|
Durumu bir de böyle okuyun...
Tarih bu kez tekerrür etmedi –zaten hiçbir zaman etmez; bu, öylesine söylenmiş ve hiçbir zaman doğrulanmamış bir sözdür-. Bu kez, 'manevi oğlu' Brutus, Sezar'ı öldüremedi. Sezar, kılıcını daha önce çekti ve Brutus'e sapladı. Ancak, bunu yaptığı sırada aldığı öldürücü darbe ile, komaya girecek derecede ağır yaralandı. Bülent Ecevit-Hüsamettin Özkan ekseninde DSP'de son günlerde cereyan eden ve son iki gün içinde istifalarla DSP'yi bildiğimiz DSP olmaktan çıkartan gelişmeleri yukarıdaki benzetmeyle izah etmek mümkün. Bülent Ecevit, kendisini devirmeyi öngören 'oyun'u, beklenmedik bir hız ve beceriyle davranarak bozunca, Ankara'nın dikişleri attı. Hadise budur. Öyle anlaşılıyor ki, Ankara'daki birtakım çevreler ve 'bir kısım İstanbul', Bülent Ecevit'i anlamsız ölçüde küçümsedi. Onun 'siyaset adamı' özelliklerini hepten unuttu ve çok kez olduğu gibi yine 'dar görüşlü siyaset' anlayışıyla –hadi açık söyleyelim 'para gücü'ne dayanarak çok kez sergiledikleri 'siyasi budalalık' ile- yine hata yaptılar. Hüsamettin Özkan'ı Bülent Ecevit'in yerine geçirme operasyonu, Ecevit tarafından bertaraf edildi. Ecevit, doğal bir 'kendini savunma refleksi' göstererek, 'Brutus'unu ve onunla birlikte 'Ankara-İstanbul planı'nı açığa düşürdü. Bu çevrelerin harekete geçirdiği medya organları şimdi 'Ecevit ve DSP bitti' bandosunu oluşturarak kakafonik bir müzik yapıyorlar. Peki, 'fareli köyün kavalcısı'nı andıran Hüsamettin Özkan ve takipçileri ne oldu? Hüsamettin Özkan kim? Ecevit'e 'modern siyaset'te asla yeri olmayan 'kör bir sadakat' sergiledikten sonra, Brutusluğa özenip, Ecevit'in kendisine yönelik ilk ve tek hamlesinde göbeği güneşe gelip yenik düşen bir 'siyaset pehlivanı'ndan, bir 'becerikli Ecevit özel kalem müdürü'nden başka neydi? Türkiye'de 'yeni oluşum' onun ismi etrafında mı olacak? Niçin olsun? Muharrem Sarıkaya dünkü Hürriyet'te 'Özkan'ın odasındaki gözyaşları' başlıklı yazısında, kimisinin 'siyasi deprem' diye nitelediği Ankara'daki 'maskaralığı' gayet güzel yansıtmıştı: "... Başbakan Bülent Ecevit ile görüşmesi sonrası istifa kararı alan Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'ın odasındayız... Özkan'ın odasının bir köşesinde Manisa Milletvekili Cihan Yazar oturuyor. Elini yüzüne kapatmış sessizce ağlıyor. Yanındaki İstanbul Milletvekili Bahri Sipahi gözyaşları içinde. Devlet Bakanı Recep Önal ise elinde kalem masada birşeyler ararken, Plan Bütçe Komisyonu Başkanı Metin Şahin'e sesleniyor: 'Metin istifayı yazacağım, kağıt arıyorum, bulamıyorum arkadaş...'" Adama sormazlar mı, 'Ey Recep Önal, sen Türkiye tarihinin en ağır ekonomik krizine sürüklendiğinde Hazine Bakanı idin. O zaman istifanı yazmak için niçin kağıt-kalem aramadın. Niçin tek bir kamu kuruluşunun bağlandığı bir Devlet Bakanlığı'nı kabul edip, devlet hazinesini zarara sokmaya devam ettin?" Hele, odada hıçkırıklar içinde salya-sümük ağlayan ve isimlerini bunca yıldır ilk kez duyduğumuz milletvekillerinin sergilediği 'arabesk' tablo. Boş versenize siz. Siz, hangi 'siyasi proje'yi, hangi 'ilke'yi temsilen harekete geçtiniz. Çoğunluğunuz adını, istifa ettiğiniz için, ilk kez duyduk da... Soru: 28 Şubat'tan hatırladığımız 'pazar' yine mi kuruldu? Bu kez, 'rayiç bedel' ne kadar? Eğer İsmail Cem ile Kemal Derviş, bu sözde 'oluşum'da yer almayı tasarlıyorlar ise, hayatlarının en 'gabi' siyasi adımını atmış olurlar. Zira, Türkiye halkı önlenemez biçimde içine girilmiş olan 'seçim süreci'nin sonunda, bu 'oluşum'a asla prim vermez. Bu 'oluşum'un 'sosyal tabanı' yok. Cem ve Derviş isimleri de böyle bir 'oluşum' için 'seçim garantisi' teşkil etmezler. Bu isimlerin tümü, seçimle yenilenmemiş bir 'temsil mandatı' bulunmadığı haldeki bir Türkiye'de 'Ankara zeminli bir siyaset sahnesi'nde, o da 'geçici değer' ifade ediyorlar. Bu yüzden, Cem ve Derviş'in ellerindeki değerli kağıdı, yarın 'borsa değeri sıfırlanacak' bir 'hisse alımı'nda kullanmaları budalalık olur. Bülent Ecevit'in anlamsız ölçüde 'küçümsendiği'ni yukarıda belirtmiştim. Öyle ki, 'vefa' sözcüğüyle ilişkisi sıfır olan bir medya grubu 'arabesk yayın politikası' ile işi 'vefa' konusuna ve 'Rahşan hanım'a indirgedi. Bunların içinde ciddiyeti ve isabetli başlıklarıyla temayüz eden Radikal gazetesi bile bu 'cereyan'dan kendini sakınamadı ve 'Rahşan hanım intikam alıyor, olan bize oluyor' başlığını attı. Hiç ilgisi yok. Bu, bir 'iktidar mücadelesi'dir ve Bülent Ecevit (Rahşan Ecevit değil), kendisini 'arkadan vurma' ve 'devirme oyunu'na bulaşmış olan 'acemiler mangası'nı bir usta satranç hamlesiyle hakladı. 1980 askeri idare döneminde, herkesin adım atmaya çekindiği sıralarda Ecevitler'in evine oldukça sık girenlerden biriydim. DSP'nin kuruluş öncesinde Anadolu seferlerinde de söz konusu çifti çok yakından izleyecek kadar beraber oldum. Kamuoyuna –bugün olduğu gibi, o gün de- yayıldığının aksine, ikisi arasındaki 'siyasi karar mercii' hep Bülent Ecevit idi. Rahşan Ecevit, onun bizzat yapmayı uygun görmediği siyasi açıklamaları, öyle anlarda onun isteği ve bilgisi üzerine onun namına yapar. Hepsi bu. Ayrıca, unutmayın ki, Bülent Ecevit, kişisel zarafeti ve nezaketinin yanısıra 'acımasız siyasi kararları' kolaylıkla alan birisidir. İsmet İnönü gibi bir siyaset devine karşı mücadeleyi başlatırken, ona başarı yolunu açan Kamil Kırıkoğlu'nu gözünü kırmadan harcarken, kendisi için feragatla çalışmış olan Turan Güneş'ten Deniz Baykal'a nice siyasi şahsiyeti bir kenara iterken ve Kıbrıs'a 1974'te askeri müdahale kararı alırken hiç 'duygusal' davranmadı. Kendisine karşı Robinson Crusoe'nun uşağı Cuma rolünden sıyrılıp, birdenbire 'Sezar'ın manevi oğlu ve potansiyel katili' Brutus rolüne geçiş yapan Hüsamettin Özkan'a kapıyı göstermesinde, Ecevit'i yıllardır ve gereği gibi değerlendirmiş olanlar için, şaşılacak bir yan yok. Üstelik, DSP'nin kuruluş günleri ne çabuk unutuluyor. Süleyman Demirel, AP'nin külleri üzerinden DYP'nin doğumuna çalışırken; Bülent Ecevit, lideri olduğu koca CHP'yi bir kenara itip, tek bir CHP ileri geleniyle görüşmeyi reddedip, adeta sıfırdan ve 'inatla' DSP'yi ortaya çıkarmamış mıydı? DSP, bir 'Ecevitler partisi'dir. Bunu yeni mi gördünüz, istifa eden milletvekilleri ile bakanlar? DSP'ye girerken ve 'ikbal peşinde' hesap yaparken bunu bilmiyor muydunuz? Rahşan Ecevit'in Bülent Ecevit'in 'iki numarası' olduğunu yeni mi keşfettiniz? Siz, Türkiye'yle dalga mı geçiyorsunuz? Ve, ey medya: Bundan 25 yıl önce Rahşan Ecevit'e ilişkin Bülent Ecevit'le ilişkisi konusunda basında yer alan yazıları arşivlerinizde kayıp mı ettiniz? 25 yıl önce yazılanları, yeni bir şey gibi tekrar etmekten yüzünüz kızarmıyor mu? DSP'den kopanlarla 'yeni Türkiye'nin 'ufku' açılmaz. Bunu, bir yere kaydedin. Ecevit, Özkan'a kapıyı gösterirken, mutlaka bunu bazı istifaların izleyeceğini hesaplamıştı. Şimdi, birkaç gün DSP'den kendisine ne kaldığını görecek ve ona göre kendi ölçülerince 'saflaşmış DSP' ile ne yapılacağına karar verecektir. Fakat, hükümetinin de bundan böyle iflah etmeyeceği ortadadır. Ecevit'in 'kendisine sadık DSP'si ile 'seçim tarihi sabitlenmiş' bir Türkiye'ye doğru yelken açması muhtemeldir. Önümüzdeki günler açısından önemli olan şudur: 1. Seçimlerin ve ortaya çıkarılacak yeni hükümetin, AB'nin Kopenhag Zirvesi ve Türkiye'nin AB ile tam üyelik müzakereleri tarihi almasına endeksli olması. Ekonomiyi batmaktan sakınacak ve 'yeniden siyasi yapılanma'yı sağlayacak olan budur. Bu nedenle, 'Türkiye'nin AB takviminin gömülmesi' anlamına gelen MHP'nin önerisine uygun, yani '1 Eylül'de TBMM'yi toplayarak, 3 Kasım'da seçim kararı alınması' hesabının önüne geçirilmelidir. 2. Bu nedenle, 'MHP'siz hükümet' formülü ayakta tutulmalı ve ANAP, DYP, AK Parti hatta Saadet ve hatta bir kısım 'müstafi DSP'li' ile Bülent Ecevit'in 'içine sindireceği' şekilde 'Kemal Derviş'li bir geçiş hükümeti'nin yolu aranmalı, TBMM, 1 Ağustos'tan gecikmeyecek şekilde toplantıya çağrılmalı ve AB yolunu açacak yasalar çıkartılmaya başlanmalı. Ya da; seçim, Aralık'taki Kopenhag Zirvesi'nden önce bu adımların atılmasına imkan verecek kadar öne çekilmeli veya bu adımları atmak üzere, 2003 ilkbaharında sabitlenmiş bir seçim tarihine kadar görev yapacak bir 'MHP'siz mutabakat hükümeti' oluşturulmalıdır. Türkiye'nin önü 'risklerden arınmış' değildir ama 'siyasi hareketsizlik ve kilitlenme'nin yerini 'siyasi hareketlenme ve çözülme ve sahici çözüm arayışı' almıştır. O yüzden, Ankara'nın 'dikişlerinin atması' iyi olmuştur düşüncemizi koruyoruz...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |