T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
'Devletin ayıbı' mı? 'Derin Devlet'in sabotajı mı?

Bir ülkenin kendisi için onyıllardır 'ulusal hedef' haline getirdiği bir 'uluslararası topluluk' nezdinde tam kelimesiyle 'madara' duruma düşmesi, buna sebep olanların 'ulusallığı'nı sorgulatır. 'Milli'lik ve 'milliyetçilik'i ağzından düşürmeyenler, Türkiye'yi AB karşısında rezil rüsva etmişlerdir. Türkiye, 'e-mail skandalı' ile kendi ayağına ateş etmiş bir ülke görüntüsüne girmiştir.

Baksanıza, AB'nin Genişlemeden sorumlu yetkilisi Günther Verheugen, Brüksel'de Büyükelçi Nihat Akyol'u çağırarak, bir gün içinde iki kez 'ültimatom' veriyor; yetmiyor, ertesi gün AB Komisyonu Başkanı Romano Prodi, Başbakan Bülent Ecevit'i arayarak derhal 'gerekenler'in yapılmasını istiyor. Bu da, 'telefon yolu ile ültimatom' sayılır.

Ecevit, 'üzüntülerini' bildirmekten ve 'durumun ortaya çıkarılması için gayret gösterildiğinden' ve 'konunun yargıya intikal ettiğinden' başka bir şey söyleyemiyor.

Yargı, atıl. Dışişleri, gönülsüz. Görüntü bu. Aksi halde, 'diplomatik personelin çalışmalarını' düzenleyen ve altında Türkiye'nin de imzasının bulunduğu Viyana Konvansiyonu'nun üç maddesinin (24, 27, 30) birden ihlalinin söz konusu olduğu bir durumda, bir devlet, kendisini ültimatom üzerine ültimatom yiyecek bir duruma düşürebilir mi?

Üstelik, bu devlet, AB açısından bakıldığında bir 'üçüncü şahıs' değil; AB'nin 'aday üyesi' olan bir ülkenin devleti. Üye olmak istediği topluluğun kendi ülkesindeki büyükelçisinin yazışmalarını işporta tezgahlarına döken ve bunca gündür bunu önleyemeyen bir devlete sahip ülkenin, bu haliyle 'AB'ye üye olabileceği'ni düşünebilir misiniz?

Son yıllarda 'rogue state' yani 'haydut devlet' diye bir kavram ortaya çıktı. Bu sıfatı kullananlar tarafından bu tanıma sokulan Miloşeviç'in Yugoslavya'sı ve Saddam'ın Irak'ında dahi böyle bir olay yaşanmadı. Bırakın idam cezasının kaldırılması veya anadilde yayın ve eğitim haklarının tanınmasını; Türkiye'deki AB Büyükelçisi'nin düşürüldüğü durum ve daha hazini buna karşı hiçbir hukuki önlem alınamaması, Türkiye'nin AB sicilini berbat etmek için yetip artıyor bile.

AB ile ilişkilerden sorumlu Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz, televizyon ekranlarında M.Ali Birand'ın karşısında "Eğer iddia edildiği gibi bu yazışmalar devletin bir biriminden intikal ettiyse, bu Türk devletinin bir ayıbıdır ve bir suçtur. Bu suçun devamının bir an önce önlenmesi devletin görevidir. AB de tepkisinde son derece haklıdır. Savcılık da, devlet de bu konuyu araştırıyor" diyor.

MİT, ardından MGK Genel Sekreterliği, onun ardından Genelkurmay yaptıkları açıklamalarda 'Bu işle bizim ilgimiz yok' dediler. Türkiye'nin böylesine güçlü devlet birimleri, bu 'yasadışı' eylemden, kendilerini bağlayıcı biçimde bu kadar netlikle ayırdıktan sonra, 'konu' nasıl oluyor da açığa çıkamıyor?

Dolayısıyla, Mesut Yılmaz'ın söyledikleri doğru ama eksik. Konu araştırılırken, Büyükelçi Karen Fogg'un 'diplomatik dokunulmazlık' gerektiren e-maillerinin yayınlanması nasıl engellenemiyor? Niye engellenmedi. Kendisiyle ilgili en basit eleştirileri derhal dava konusu yapan Adalet Bakanı niçin bu konuda günlerdir üzerine düşeni yapmıyor? Niçin, İstanbul'daki AB-İKÖ Ortak Forumu'nun başarısının haklı onurunu üstlenen Dışişleri Bakanı, o başarısını Brüksel'de ve AB üyesi 15 başkentte ve en başta AB Dönem Başkanı İspanya'nın başkenti Madrid'de bir anda silecek nitelikteki bu kepazeliğe karşı etkisini kullanmıyor ve gereken ağırlığı koyarak harekete geçmiyor? Hem de Karen Fogg yazışmalarının işportacılığını yapan maşalar, bizzat ismini anarak, her türlü terbiye dışı sözlü tecavüzlerini kendisine yöneltmişken?

Verheugen'in iki 'ültimatom'u ve Romano Prodi'nin Ecevit'e protestosu, Türk dış politikasını hiç mi ilzam etmiyor?

Mesut Yılmaz'ın tanımlamasıyla, bu, gerçekten 'devletin ayıbı' ise, bir devlet 'ayıp'ı bir an önce temizlemek ve uluslararası alanda kendisini müşkül duruma düşüren bir gelişmenin önünü almak için tüm ciddiyeti ve gayreti ile davranmaz mı?

Görevlerini yerine getirmeyerek, Türk devletinin bütün bir Avrupa'da itibarının sarsılmasında sorumluluk sahibi olanlar, basına 'yalan haber' sızdırmakla meşguller. 'Fogg'un bir an önce geri çekilmesinin uygun olacağı' Brüksel'e bildirilmiş. Anadolu Ajansı haberi. Önceki gün –Brüksel'den Ankara'ya ültimatomlar yağarken- Ankara'da bir konferans ve ardından bir yemekte Karen Fogg ile birlikteydim. Yemekten de birlikte çıktık ve kendisine aa haberini ilettim. Duraksamadan 'yalan' dedi. Peki, süresi dolmuş olduğuna göre, zaten bugünlerde dönmeyecek miydi? Görev süresi Temmuz'da doluyormuş. Ancak, yeni görevi önümüzdeki günlerde belli olacağı için, Nisan ya da Mayıs'ta Ankara'dan ayrılması söz konusuymuş. Geri çekilmesi söz konusu değil.

Kaldı ki, Karen Fogg'un geri çekilmesi gerçekten isteniyorsa, bu, İsmail Cem ve Mesut Yılmaz'ın 'suç' diye damgaladıkları olayın örtbas edilmesi ve 'suçlu'nun ödüllendirilmesi anlamına gelir.

Durum, belirli ölçülerde 'yavuz hırsız ev sahibini bastırıyor' misali. Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz ve İsmail Cem gibi yetkililerin asıl işin bu yönü üzerinde durmaları gerekiyor.

Karen Fogg'a kimden şüphelendiğini sordum. Gülümsedi, 'Türkiye'deki reform ve AB karşıtları' dedi. Karen Fogg'un tarifine, Türkiye'de günlük dilde 'derin devlet' deniyor.

Konuya bu cepheden bakınca, 'derin devlet'in 'devlet'e karşı bir 'yıpratma savaşı' içinde olduğu seziliyor. Çünkü, AB'ye katılım, zaten 'aday üye' statüsünde olan Türkiye'nin bir 'devlet politikası'. Bunca Anayasa değişikliği, ve 'uyum yasaları' çıkartmak için yürütülen yasama faaliyeti boşuna mı yapılıyor?

Yürütme ve yasamanın bu gayretlerini birden boşa çıkartıcı ve Türkiye'nin Avrupa yoluna 'mayın döşemek'ten başka bir değer taşımayan ve dış dünyada Türkiye'yi 'madara' görüntüsüne sokan bu tür eylemler, 'derin devletin Türk devletine karşı mücadelesi'nden başka ne olabilir?

Mesut Yılmaz, "Kesin bir görüşüm var ki, bu yazışmaları sızdıranlar AB ile ilişkileri sabote etmek istiyorlar" diyerek, işin canalıcı noktasına parmak basmış oluyor. Ama, bizler bunu günler öncesinden söyledik, yazdık. Hükümetin görevi, bu tür değerlendirmeleri yapmanın ötesine geçmek.

Türkiye halkının yüzde 70'inin Türkiye'yi içinde görmek istediği ve yarım yüzyıldır Türkiye'nin 'ulusal hedefi' ve ayrıca 'devlet politikası'nın hedefi olan AB ile ilişkileri sabote edenleri açığa çıkartmak. 'Derin devlet'i ofsayta düşürmek...


21 Şubat 2002
Perşembe
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED