|
|
Hormonlu propaganda
Her şey Afgan sınırını gizlice geçip ABD bombardımanı altındaki halkın durumuna izlemeye karar vermesiyle başladı. Uzun süre sarışın İngiliz kadın gazeteci olarak gizlenmesinin imkanı yoktu. Taliban askerleri tarafından pasaportsuz ülkeye giriş yaptığı için göz altına alındı, sorgulandı. Sorgusunun dördüncü gününe kadar her şey tahmin edildiği gibi gelişti. Bayan Yvonne Ridley, sorgucuların "Afganistan'a niçin geldiniz, neden pasaportsuz giriş yaptınız?" sorusuna hakaret dolu cevaplar verdi: "Siz ilkel mahluklar, hangi cesaretle medeniyeti yargılamaya kalkışıyorsunuz?" "Ne olduysa dördüncü gün sorgucuların üslubu değişti", diyor Bayan Ridley. Birden, İran'a niçin gittiği, Mossad adına casusluk yapıp yapmadığı gibi sorulara muhatap olmaya başladı. Taliban yönetimi İngiliz kadın gazetecinin casus olmadığına karar vermiş olacak ki kısa süre sonra serbest bırakır. Ama bir soruyu çözmesi gerekiyordu, nasıl olmuştu da casuslukla suçlanmıştı? El-Cezire televizyonu tutuklanmasının ardından, Ridley'in Mossad ajanı olduğuna ilişkin haber yayınlamış, bunun üzerine de Taliban yönetimi sorgulamayı bu yöne kaydırmıştı. Londra'ya varır varmaz El-Cezire'nin bürosuna giderek haberin kaynağını sorar. İsrail vatandaşı olan eski kocası ve kendisinin çocuklarıyla İran'da bot gezisinde (gerçekte mekanın İran'la ilgisi yoktur) çekilmiş resimleri ve eşinin pasaportu ve Mossad kimlik numarası, gelir durumlarına ilişkin bilgileri içeren bir dosya 3 gün içinde El Cezire'ye ve Taliban yönetimine bir şekilde ulaştırılmıştı. Plan çok açıktı, diyor Ridley kendisiyle yapılan ropörtajda, "Birileri beni kurban vermek istiyordu. Taliban'nın bir İngiliz kadın gazeteciyi idam etmesinin propaganda savaşına önemli katkısı olacaktı." Bunun için masum bir gazetecinin, -hem de İngiliz- feda edilmesine karar verilmişti. Gazeteci araştırmayı sürdürür ve İngiliz istihbaratındaki "tanıdık"larından aldığı bilgi tahmin ettiği gibi çıkar: Bu sahte casusluk dosyasında Amerikan istihbarat birimlerinin parmak izi vardır. Afganistan macerasını ve tutukluluk dönemini yazdığı bir kitapta "In the hands of the Taliban, Robson Books, London,2001" yayınlayan Ridley'in gözlemleri hiç de Batı kamuoyunda beklendiği gibi değildir. Bir kadın olarak Afganistan'a sempatik yaklaşımı resmi ve dominant çevrelerde rahatsızlığa neden oldu. Buna benzer bir olay da ünlü tarihçi Arnold Toynbee'nin de başına gelmişti. Türk-Yunan savaşını M. Guardian muhabiri olarak izleyen tarihçi, Yunanlılar'ın Türk köylerini nasıl yakıp yıktıklarını, Yunanlılar'ı desteklemenin Batı medeniyeti değerleri açısından da çelişki olduğunu söyleyince, İngiliz resmi çevrelerinde nasıl tepkiyle karşılandığını anılarında anlatır. Gazeteci Ridley'in, burkalarına bürünmüş kadınların sanıldığı gibi hiç de esaret altında olmadığını, bedenlerine çok dikkat ettiklerini ve kadınların müthiş bir öz güven sahibi olduklarını söylemesi pekçok çevrede rahatsızlık nedeni oldu. Taliban olsun olmasın Afgan erkeğinin kadına yaklaşımındaki Batılılar'a ters gelen tutumun tümüyle bir konsept farkıyla izah edilmesi gerektiğini düşünüyor. Yakalandığında üzerini aramak için uzun süre kadın görevlinin gelmesini beklediğini, hatta kendisinin örtüsünü atarak Taliban askerine doğru yürüyünce elbiselerini çıkaracağını düşünen askerin arkasını dönerek uzaklaşmasını kadına olan saygı ile açıklıyor... Dahası Londra'ya iner inmez bindiği taksicinin, " Taliban askerleri sana tecavüz ettiler mi" sorusu karşısında kendi kendine, "welcome to western civilisation (Batı medeniyetine hoş geldin)" demesi konsept farkının ne anlama geldiğini gösteriyor. "Afganlı erkeğin ilk defa karşılaştığı bir kadına böylesine saygısız bir soru sorması hayal bile edilemez" Ridley'in hikayesini okuduğum gün The New York Times'ta Pentagon'un planladığı yeni propaganda kampanyasına ilişkin haber yayınlanmasaydı bu maceradan bahsetmeyecektim belki de. Pentagon'un yalanı yasallaştırma girişiminden çok önce Batılı bir gazeteciyi propaganda uğruna kurban vermesi, yasallaşmayan girişimlerin etik boyutuna dair yeterince ipucu veriyor zaten. Tüm bu tartışmalar olup biterken aralarında Huntington ve Fukuyama'nın da bulunduğu Amerikalı aydınların yayınladıkları "savaşın ahlaki gerekliliği"ne ilişkin mektupları ise hypocratical bir savunmadan ileriye gitmiyor. Salı günkü yazımda belirttiğim hormon tedavisi için iyi bir örnek olay Ridley'in başına gelenler. Bizim seçkinlerin kendi toplumuna bakışı ve 11 Eylül sonrası geliştirilen tutum ise kolonyalist aydınlara özgü "türevsel söylem"den daha vahim bir açmaza işaret ediyor. Evet, simülasyonun bir hastalık olup olmadığı tıb bilimi kadar medeniyet ve kültür meselesi olarak da önümüzde duruyor.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |