|
|
Neredeyse, "kopma noktası" na geldik. "Futbol maçı" izlediklerini zannedenler yanılıyor. Çünkü biz, yakın plan kavgalar izliyoruz. Tekmeleri, çelmeleri ve kimin haklı olduğu konusunda yapılan tartışmaları izliyoruz. Bizi gözlerimizden tutup, başka bir yerlere götürdüler. Maça gidemeyen televizyon mahkumlarından sözediyorum. Ekranın karşısına oturuyoruz. Yanımızda, karşı takımı tutan bir arkadaş veya kardeş. Maç başladıktan bir süre sonra ne arkadaş kalıyor, ne kardeş. Çünkü izlediğimiz yakın plan çelmeler ve tekmeler. Tartışmaya başlıyoruz... Herkesin göğsünde FİFA kokartı var!. "Kesin penaltıydı..", "Hayır, önce ofsayt vardı.." Tansiyon giderek yükseliyor. İki oyuncu aynı topa koşuyorlar. Hızlı olan önce dokunuyor. Diğeri, kayarak ötekinin ayaklarını yerden kesiyor. Hakem doğal olarak ayağa dokunanın aleyhine çalıyor düdüğü. Ama eyvah! Yanımdaki arkadaşımın ağzında küfürün bini bir para. "Senin gibi hakemin.." diye. Çünkü o daha iyi biliyor. Pozisyon bir kaç kez yakın plan gösteriliyor. Biraz yonra benzer bir pozisyon daha. Bir öncekinin karşılığı gibi "Peki, bu ne!.. Hay senin gibi hakemin..." Bir şey söyleseniz, küfür size dönecek. Hatta gırtlağıma sarılacak. Sanki tekmeyi ben attım. Sanki ters kararı ben verdim. Tövbe tövbe... BAKALIM HANGİ HAKEM Maç bitti. Ama tartışması bir sonraki maç başlayıncaya kadar sürüyor. Hatta zaman zaman eski maç hatırlanıyor. O maçla ilgili tüm pozisyonlar saniye saniye, kare kare tekrar tekrar gösteriliyor. Pür dikkat izliyoruz. Arkadaşımız, ya da kardeşimizle. Aramız, o maçtan sonra biraz limoniydi, "ama hangimizin haklı olduğu şimdi ortaya çıkacak" diye izliyoruz programı. Çünkü o da, ben de haklıyız. Haksız olmayı aklımızın ucundan bile geçiremeyiz. Ya o mat olacak, ya ben. Hayır olmuyoruz. Programın sonunda o da haklı ben de. "Bak kalbini kırarım" diyor. Kırıyor ve küsüyoruz... Halbuki o benim can arkadaşımdı. Çocuklarımız okula birlikte gider, eşlerimiz birbirlerine yemek tarifi verirdi. Şimdi, gitmiyoruz, gelmiyorlar.. Vay canına yahu, biz ne yaptık!.. FUTBOLUN DOĞASI BU Peki, şimdi herşeyi bir tarafa bırakıp sorgulayalım. Ama, kendimizi ya da arkadaşımızı değil. Her şeyi karşımıza koyup seyredelim manzarayı. Bir takımı tuttuğumuzu, futbolu sevdiğimizi inkar edecek değiliz. Sorun bakalım kendinize, "izlediğimiz gerçekten futbol mu?" Maçtan sonra hatırladıklarımız neydi? Haklı, ya da haksız olduğumuz dışında. Mesela Fenerbahçe-Galatasaray maçında, Rapaiç'in doksana giden müthiş şutunu Mondragon'un aynı güzellikteki kurtarışını kim hatırlıyor? Maçın en güzel iki hareketi değil miydi? "Evet", ya da "hayır" diyebilirsiniz. Ama daha çok hatırladıklarınız, takımınızın haksızlığa uğradığı pozisyonlar. Öyle değil mi... Biz agresif oyunun, sertliğin, futbolun doğasında olduğunu ne zaman öğreneceğiz. "Olur böyle şeyler" diyerek, kol kola televizyonların başından ne zaman kalkacağız acaba. Umutsuzum. Bu programlar bizi birbirimize düşürmeye devam edecek. Güzel bir pası, çalımı, golü konuşmak yerine biz hep hakemleri konuşup küseceğiz. Çünkü, ne yazık ki, bizi "gözlerimizden tutup buralara getirdiler.." BEŞİKTAŞ'IN MATEMATİĞİ
Biraz da futboldan sözedelim... Beşiktaş'ın çok iyi futbol oynadığına neredeyse inanıyordum. Ankaragücü, 1-1'den sonra kapanmış, ilerde sadece Augustine'i bırakmıştı. Üstelik Yılmaz da ikinci sarı kartla oyundan atılmıştı. Liderlik şansını zorlayan Beşiktaş, seyircinin de dolduruşuyla kalesinin iyi savunma yapan rakibinin üstüne 10 kişi ile giderek 2. golü arıyordu. Bu ayrıntı çok önemli, "rakip kale içinde 9 adam var ve Beşiktaş 10 kişi ile o kaleye gol atmaya çalışıyor!." Yani kalenin içinde 19 kişi. Atacakları gol tamamen rastlantıya kalmış. Takımı kendi yarı alanında bir kaç yan pas yaptırsa, rakibi kalesi önündeki yoğunluktan çıkarsa, sonra süratli adamlarınla çıkıp pozisyon arasa, belki de maçtan 3 puanla ayrılan sen olacaksın. Savunmayı unutup bir de gol yediler. Ankaragücü buralara boşuna gelmemiş. "sağlam basan" futbolunu alkışlıyorum. Yılmaz'ın ikinci sarıdan sonra oyundan atılışındaki efendiliğini de alkışlıyorum. (Çıkarken hakemden özür de diledi.)
NOT: Ne enflasyonu, ne benzin, doğal gaz, elektrik, su zammını konuşuyoruz bu günlerde. Ne şanslı bir hükümet. Diyorlar ki, "keşke her hafta bir Fenerbahçe-Galatasaray maçı olsa..."
|
|