T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Okyanusta terkedilecek dümensiz bir gemi gibi...

Hem siyaset hem de siyasetin çevresinde konuşlanan irili ufaklı bütün kurumlar ortak istinad noktaları olan bağımsızlığı kaybettikleri için Türkiye, ıssız bucaksız bir okyanusta dümensiz bir gemi seyrinde yoluna devam ediyor. Onu bir yere yönlendirmek hem çok kolay, hem de bunun uzun süre yapabilmeniz imkansız. Çünkü, her hareketin ülkeye ve onu yönlendirmek isteyen unsurlara yüklediği marjinal maliyet normal seyir hallerine oranla, inanılmaz oranda artıyor.

Bütün motorları çalışsa; yani siyasi partileri, sivil toplum örgütleri, ordusu, bürokrasisi kendi işlevlerine bağlı çalışabilse ucuza mal edilebilecek herhangi bir üretimin temel girdilerinin sistem üzerindeki faturası giderek kabarıyor. Böyle olduğu için Türkiye ne dış politikadaki problemlerinin herhangi birini aşabilme becerisi gösterebiliyor, ne Avrupa Birliği gibi hedeflere planlanan sürede yakınlaşabiliyor, ne de sosyal ve ekonomik çözümlemelerini standart bir maliyetle gerçekleştirebiliyor.

Ucuza mal edilmiş, insan, fikir ve kaynak israf yapılmaksızın elde edilmiş tek bir pozitif sonuç kaydedebilmek mümkün olamıyor.

Demokratikleşme adına yapılan bütün düzenlemelerin eksik olması, gereksiz metin oyunlarıyla sakatlanması, açılım sağlayacağı yerde yeni kuşkular ve hukuki boşluklar üretmesi bunun bir delilidir. Demokratikleşme ve hukukla hemhal olma ihtiyacı ortadayken bunu "mış gibi" yaparak bertaraf etmeye kalkmak artık bir sistem pratiği, bir gelenek halini almıştır. Üstelik bu "mış gibi"ler dahi, koskoca ülke bütün unsurlarıyla günlerce 312 ve 159. maddeler üzerinde dil cambazlığı yaptıktan sonra kanunlaşabilmekte; buna mukabil, başlarında muhalif belediye başkanları bulunuyor diye ülke nüfusunun üçte birini barındıran büyük şehirlerin gelirlerini kesen yasa değişikliği bir gece yarısı, 5 dakika içinde yapılabilmektedir.

Demokratikleşme sözkonusu olduğunda üzerindeki vesayeti kaldırmak için kılını kıpırtmayan yasama gücü, bu vesayetin denetlemediği alanlarda da elindeki gücü pekala bir hukuk hovardalığı ile heba edebilmektedir.

Bugün, hepimizin bir gecede yüzde 50 fakirleştiği meş'um Şubat krizinin yıldönümü. Birbirlerini pek sevmedikleri için anlaşamayan, anlaşamadıkları gibi usul erkan da bilmeyen iki adamın didişmesi ile başlayan bir krizin üzerinden geçen 365 günde sadece ekonomik bir çöküşün bütün unsurlarını tanımadık. Aynı zamanda bu ülkeyi tanımlayan koordinatların yeniden çizilmesini de eli kolu bağlı seyretmek zorunda kaldık. Ülke icra memurlarının, konkordato komiserlerinin resmi geçidini seyrederken hem sağlıklı bir dışa açılma vizyonunu hem de varlığıyla teselli bulunduğu ulusal onur kırıntılarını aynı anda tüketti.

Bir yıl içinde yaşanan anafor, IMF dayatmaları ve ABD'nin pervasız müdahaleleri Türkiye'nin gerçekten ihtiyaç duyduğu ve asla vazgeçemeyeceği dışa açılma ihtiyacını, savunulması güç bir fikir haline getirdi. GSMH'sinin üçte ikisi kadar dış borcu bulunan bir ülke için bu, gerçekten dramatik bir tablodur. Bu büyük borç Türkiye'nin dünyadan izole edilmesini de, o dünyanın eşit bir üyesi olarak muamele görmesini aynı anda engellemektedir.

Ülkenin dümensiz bir gemi olduğuna dair işaretler artık o kadar açık vermektedir ki hükümeti oluşturan partilerin üretebildiği en anlamlı siyaset; ortağı oldukları iktidarı bir muhalefet partisi gibi eleştirmekten ibaret kalmaktadır. Hem de bu eleştiri Mesut Yılmaz'a "IMF bize bu kadar parayı nasıl verdi, hayret!" dedirtecek kadar yol almış, ülke yönetimin Ankara'dan başka merkezlere kaydığını ilan edecek düzeye gelmiştir. Üstelik, bu sözün gizli iması olan "satıldık ey halkım, artık uyan" mesajı da hiçbir algıya hitap edememektedir. Çünkü, sadece siyasetin değil, aynı zamanda sivil toplumun da motoru iflas etmiş durumdadır.

Uluslararası muhalefeti para ile satın alınabilen, ulusal dizayn potansiyeli baskı ile kanalize edilebilen bir ülkenin engin denizlerdeki bu seyri beni korkutuyor. "İşler yoluna giriyor" denildikçe bu korku daha da artıyor, bir gün en derin yerde terkedilinceye kadar oradan oraya sürüklenişimizin son noktasına ilişkin tasavvurlar dehşet uyandırıyor.

Bu dümensiz gemideki yolculuk artık hiç keyif vermiyor.


19 Şubat 2002
Salı
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED