T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
İmaj bilinci ve sanal savaş/lar

Türkiye, çağdaşlaşan, çağdaşlaşmak isteyen bir ülke mi? Türkiye'nin yönetici sınıfına göre "Türkiye elbette ki çağdaşlaşan bir ülke"dir. Ama gerçek, en azından iki açıdan hiç de böyle değil; böyle tezahür etmiyor. Birincisi, Türkiye'nin yönetici sınıfları ve okumuş yazmışları hem bu toplumun anlam haritalarından; tarihsel, kültürel ve zihinsel derinliğinden ve tecrübesinden habersizler; hatta bunlarla kavgalılar; hem de dünyada olup bitenleri anlayabilmelerini, anlamlandırabilmelerini mümkün kılabilecek analitik, eleştirel ve imaginatif bir zihin yapısından yoksunlar.

Yani tam bir akıl tutulması yaşayan ve zihinsizleştirilen kafa yapısına sahip olan hilkat garibelerini / gulyabanileri andıran bir elitler ve okumuş yazmışlar "esnaf"ının / kast sisteminin hükümferma olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Böylesi bir elitler ve okumuş yazmışlar "esnaf"ının, hem bu ülkenin imkanlarını ve zaaflarını farkedebilmeleri; hem de kendi / özne / aktif olarak dünyaya müdahale edebilmeleri; dolayısıyla bu ülkenin ve toplumun çıkarlarını koruyabilmeleri, Türkiye'nin çağdaşlaşması konusunda imaginatif bir performans ortaya koyabilmeleri son derece zordur.

Yüzyılların mücadelesi sonrasında üretilen kültürel, tarihsel ve entelektüel derinliğin farkında olamayan, üstüne üstlük bu derinliği yoksayan, tarumar etmeyi, dolayısıyla her şeye sıfırdan başlamayı marifet sanan bir ülkenin elitleri ve okumuş yazmışları ontolojik evsizlik (yön, anlam ve kimlik kaybı) ve özgüvensizlik hali yaşıyor demektir. Ontolojik evsizlik ve özgüven kaybı yaşayan bir ülkenin elitlerinin ve okumuş yazmışlarının, atacakları her adım, bu toplumu bir yandan yapay kavgaların eşiğine sürüklemekle, öte yandan da (iktidarlarını sürdürebilmek için) dünyaya kapatmakla sonuçlanacaktır.

Böyle bir ülkenin, önüne açılan imkanları ve fırsatları bile ülke ve toplumun yararına olacak şekilde değerlendirebilmesi handiyse imkansızdır. Dolayısıyla böyle bir ülkenin ve toplumun hayatını, hayatiyetini, hatta varlığını devam ettirebilmesi bile zordur.

Türkiye'nin bu anormal haliyle, (yani kendisiyle, kendi insanıyla kavga ederek ve ülkeyi dünyaya kapatarak) çağdaşlaşabilmesi, hangi alanda olursa olsun ciddi bir mesafe kaydedebilmesi elbette ki hayaldir.

Modern tarihimiz boyunca becerebildiğimiz tek şey, kendimizi kandırmaktan ibaret.

"Kendi"mizi kandırmanın hiç kimseye hiçbir faydasının olmayacağını söylemek bile gerekmiyor.

Kendimizi kandırma faslında, burada, yepyeni bir fenomene dikkat çekmek istiyorum.

Çağımızda, kitap bilinci (=yazılı kültür) etkinliğini / belirleyiciliğini yitirmek üzere. İletişim teknolojisi, kitap bilincinin yerine, imaj bilincini çoktan yerleştirmeyi başardı bile.

İmaj bilincinin hakim olmaya başladığı bir dünyada, birilerinin "atadan kalma", anakronik yöntemlerle kavgaya tutuşmaları, hiç de bekledikleri sonucu almalarını mümkün kılmayacak. Aksine beklemedikleri, akıl sır erdiremeyecekleri "aksi" bir sonuçla karşılaşmaktan ve dolayısıyla sonuç itibariyle kendilerini bir kez daha kandırmış olmaktan başka bir şey yapmış olamayacaklar.

İmaj bilincinin hakim olmaya başladığı bir zaman diliminde savaşlar da kaçınılmaz olarak sanallaşıyor ve imaj savaşları olarak adlandırabileceğimiz yepyeni bir savaş türü ve "endüstrisi" geliştiriliyor. Televizyonlar, gazeteler, internet bu yeni savaş türünün ve endüstrisinin alanları ve "silahları" haline geliyorlar.

Ancak "sanal savaşlar" faslında Türkiye'de ciddi bir sorun var: Türkiye'de bu aygıtları "silah" olarak kullananlar, bu aygıtları atadan kalma yöntemlerle kullandıkları için sonuçta kaybedenler "onlar" olacak. Çünkü oyunu kurallarına göre oynamıyorlar ve tipik bir şark kurnazlığı yaparak, toplumu, toplumun kutsallarını, kurucu değerlerini, toplumun vazgeçemeyeceği "hayati dinamikleri" dinamitlemeyi kendilerine birincil vazife olarak tayin etmiş durumdalar.

Bu "mağara devri sakinleri ve meftunları" bilmiyorlar ki, imaj bilincinin hakim olduğu bir çağda, "sanal savaşlar" son derece sofistike yöntemlerle yapılabildiği zaman arzulanan sonuç elde edilebilir ancak. Çünkü imaj bilincinin hakim olduğu çağın sakinleri, kendilerine gönderilen "sanal topların, dinamitlerin veya kurşunların" ne amaçla gönderildiğini zamanla farkedebilecek kadar "sanal duyargaları"nın geliştiğinin farkındadırlar.

İmaj bilincinin hakim olduğu bir çağda, muhatabını itici, yıkıcı, yoksayıcı her mesaj veya imaj, direkten dönmekten, ve geldiği yere "postalanmaktan" kendisini asla kurtaramaz.

O halde, imaj bilincinin hakim olduğu bir çağda, muhataplarıyla atadan kalma yöntemlerle mücadele ederek, her şeyi bir anda berbat eden "bizim mağara devri sakinleri", kendilerini bir kez daha kandırmış olmaktan başka bir iş yaptıklarını mı sanıyorlar yoksa?

Onlara "mağaralarından" bir an evvel çıkmalarında kendileri için de toplum için de nice nice faydalar olacağını ve bu toplumun absürt bir kandırma-kandırmaca oyunuyla vakit geçirebilecek bir lüksü daha fazla "kaldıramayacağını" hatırlatmakla yetiniyorum.


18 Şubat 2002
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED