|
|
Benden de safı var
Bir zamanlar adı daha fazla duyuluyordu ya, "Basın Konseyi ne iş yapar?" diye sorduklarında bayağı zorlanıyordum. Şimdi soran çıkmıyor, fakat soran olursa artık işim rahat: "Yeni Şafak gazetesi polis tarafından basıldığında tepki vermiyor..." Kanal-7'de hafta sonu haberlerini sunan Akif Beki, "Tepkiniz nedir?" diye mikrofonu Basın Konseyi başkanına tuttu. Aldığı cevap şu: "Genel sekreterim telefonla tepki verip veremeyeceğimizi sordu; ben de, 'Bu konu gazetecilik işleviyle mi ilgili?' sorusunu yönelttim. Cevap, 'Hayır, değil' diye gelince tepki vermedik..." Bu anlatımı duyunca aldı mı beni bir merak: Acaba, Konsey başkanı, baskınla ilgili soruyu kime sordu? Lâfın gelişinden sorunun muhatabının genel sekreter olduğu çıkıyor; oysa, böyle bir tereddüdü bulunsa, genel sekreter, "Ne tepki verelim?" diye başkanı neden arasın? Eğer, soruya Konsey genel sekreteri muhatap değilse, soru kime yöneltilmiş olabilir? Aklıma gelen ilk ihtimal, Konsey başkanının, soruyu bizlerden birine sorduğu oldu. Öyle ya, kızdığını bildiğim için kendimi bir tarafa bırakıyorum, genel yayın yönetmeni Selahattin Sadıkoğlu başta olmak üzere Yeni Şafak'ta çalışan, yazarlık yapan pek çok tanıdığı var başkanın. Eğer Konsey, iddia ettiği gibi, basın özgürlüğünü koruyor ise, durum kendisine aktarıldığında ilk yapması gereken, "Arkadaşlar, ne oluyor?" diye bizlere sormasıydı. Araştırdım, Konsey başkanı ne o gün ne de daha sonra, bırakın "Ne oldu?" diye sormayı, bir "Geçmiş olsun" bile dememiş... Başka kime veya kimlere sormuş olabilir? Bir ihtimal, kendisini koruması için devletin tahsis ettiği iki korumadan kıdemli olana... "Yeni Şafak'ı polis bastı" diye duyunca, Konsey başkanı, her zaman yanıbaşında duran Emniyet âmirine, "Bir öğrensene bakayım, sizinkiler bizimkileri neden basmış?" diye sormuş olabilir... Koruma kaynağından tahkik etme ihtiyacı duysa bile, onun için 'kaynak' Emniyet müdürlüğü, tabii... Basın Konseyi başkanının, Kanal-7'deki canlı yayında, "Sordum, baskının gazetecilik işleviyle ilgisi olmadığını öğrenince tepki vermedim" cümlesiyle kast ettiği kişi, hernekadar lâfın gelişi Konsey'in genel sekreteri olarak anlaşılmaya müsait ise de, büyük ihtimalle, polistir... Yıllardır korumalı hayatta bulunanlarda bu tür refleksler geliştiğini biliyorum... İlk defa burada itiraf ediyorum: Az kalsın beni de korumalı hayatla işlevsiz bırakmayı başaracaklardı. Gerçeği anlayınca, "Aman, olmaz olsun" demeyi yeğledim... Bir gün tanıdığınız birinden telefon gelir ve ele geçirilen bir örgütün vurucu timine ait 'ölüm listesi'nde adınıza rastlandığı bildirilir. Ya da, ölüm tehdidi alır o tanıdığa kendiniz başvurursunuz. Bir başka yol da, saldırıya uğramanızdır. Aslında her üç yöntemin kullanıcısı aynıdır. Tehdidi bildirdiğiniz, saldırıyla ilgilenen veya telefonla size ulaşan kişi, "İsterseniz koruma alın" diye sizi yoklar. Can tatlı, genellikle herkes, bu ilk aşamada teklife olumlu cevap verir... Şimdi durum nedir bilemem, ama bir ara, Ankara'daki polislerin neredeyse yarısı birilerini 'korumak ile' meşguldü... Korunmayı ciddiye alanlar için ikinci aşama, yeni bir tehdit, saldırı veya telefondur. Güveninizi kazanan kişi, sizi yine arayıp yeni bir örgütün daha hedef listesinde adınıza rastlandığını duyurur. Heyecanını sesinden anlarsınız. Terör üzerine ufak bir sohbet sonrası, yeni gelişmeyi size duyuran 'güvenilir kişi', "Arzu ederseniz" diye açar cümleyi ve "Size bir koruma daha verelim" diye tamamlar... Konumunuza ve korunma altında bulunmaktan duyduğunuz hoşnutluğa göre zaman içerisinde aldığınız uyarı telefonu sayısı artar, bu arada koruma sayınız da... Devlet tarafından tahsis edilmiş yedi koruma ile dolaşan gazeteciler biliyorum ben... Evinin önüne karakol kurulanlar da var... Korunanlar da insan; sürekli beraber oldukları korumalarıyla aralarında doğan samimiyet sonucu, tahkik edilmesini istedikleri bir konuyu kıdemli korumaya sormalarından daha doğal bir davranış tarzı düşünemem. Düşünemediğim için de, Basın Konseyi başkanını, "Hayır, gazetecilik işlevi değil" biçiminde bilgilendiren kişinin polis olduğu kanaatindeyim... Buraya kadarki gelişme beni şaşırtmış değil, ancak bundan sonrası aklıma geldiğinde şaşırıp kalıyorum. Kendisinden tepki vermesi beklenen Basın Konseyi başkanı, artık her kimse sordu ve cevabı aldı... 'Gazeteci' sıfatı taşıdığı için tahkik etmesi gerekirdi, ama kaynağına güvendiği için ardını aramadı... Buraya kadar bir anormallik yok. Ancak, Kanal-7'de programa katıldığı gün, önüne konulan gazete tomarı arasında bulunan Yeni Şafak gazetesinde, bir akşam önceki baskın olayı ayrıntılarıyla anlatılıyor... Yazılanları okumadı mı? Okudu da, yazılanlara mı inanmadı? Hadi, "İnanmadı" diyelim, "Haber programına çağırıyorlar, herhalde tepkimi soracaklar; işin künhüne vâkıf olarak ekrana çıkayım da mahçup olmayayım?" diye küçücük bir endişe de duymadı mı benim yaşım kadar gazetecilik hayatı bulunan insan? 'Gazeteci' şu soruyu sormadan o programa çıkmaz: "Gazetecilik işlevi dışında bir gaye ile baskına uğratılan gazetede gazetecilik işlevi dışında bir suçüstü yapılmış mı acaba?" Yapılmamışsa, 'baskın' sindirme amaçlıdır çünkü... Bizim gazetede, "Basıldık, Basın Konseyi'ne başvuralım da tepki versin" diye düşünen saf kim acaba?
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |