|
|
Türk modeli laiklik
ve 28 Şubat
Banka tartışmaları yüzünden, MGK'ya sunulan irtica raporu üzerinde duramadım. Bu raporda, özellikle bu cümle dikkatimi çekti: "İmam Hatip mezunlarının sadece İlahiyat Fakültesi'ne girmesine izin verilmesiyle, irtica kaynakları kesilmiştir."
Farklı hayatlar
Şu işe bakın. Devlet, kendi kurup denetlediği, programını da Milli Eğitim Bakanlığı'nın tesbit ettiği okulları, "irtica yuvası" olarak görüyor. "Bazıları, dindar insanla mürteciyi, din ile irticayı karıştırıyor" derken haksız mıyız? Tayyip Erdoğan'ın üzerine bu kadar çullanılmasının altında, onun İmam Hatip mezunu olması yatmıyor mu? Bu okullardaki tedrisatı beğenmiyorsanız değiştirin. Yetersiz buluyorsanız başka dersler ilâve edin. Ama Milli Eğitim Bakanlığı'nın denetimi ve gözetimi altında faaliyet gösteren İmam Hatip Okullarını, irtica yuvası olarak damgalamayın. Türkiye'nin, önemli bir meselesi var: İmam Hatip mezunları ile düz lise mezunları arasında, çok farklı bir hayat tarzı ortaya çıkıyor. Ve bu "farklı hayat tarzları" birbirini çekemiyor. En azından birbirini yadırgıyor. Normal liselere de, seçmeli olarak İmam Hatip liselerinde okutulan dersler konulsa, her çocuğa, İmam Hatip'te okumasa bile, dinini öğrenme fırsatı verilse, toplum daha uyumlu bir hale gelecek ve ancak o takdirde, İmam Hatip mezunları sadece İlâhiyat Fakültesi'ne gidebilir" görüşü haklılık kazanabilecektir. Devlet, arzu edene, İslâmiyet'i öğrenme imkânı sunsa, o zaman, sadece imam olmak isteyenler İmam Hatip'e gider. Bugünkü durumda, anne ve babalar, evlâtlarını, imam yapmak için değil, İslâmiyet'i iyi öğrensinler diye, o okullara gönderiyor. Çocuklarının mühendis, avukat, doktor, hakim vs. olmasını arzu ediyor. MGK'ya sunulan "irtica ile mücadele raporu"nun özeti şudur: "Dindar insanların önünü kestik. Onların cemiyet içinde yükselmesini engelledik." İşte bizim karşı çıktığımız 28 Şubat zihniyeti bu. Global 28 Şubat
11 Eylül'ü takibeden gelişmeleri "Global 28 Şubat" gibi tanıtma çabaları halâ sürüyor. Oysa ABD, teröre ve dışardan gelen somut bir saldırıya karşı tedbir alırken, bizimkiler "iç düşman" olarak ilân ettiği kendi vatandaşının tepesine biniyor. Oktay Ekşi ve Ertuğrul Özkök, –büyük ihtimalle, askerin siyasete müdahalesini tasvib etmiş olmanın ayıbını örtmek için– 11 Eylül'den sonra ABD'nin aldığı tedbirlere yaslanıyorlar böylece kendilerini haklı göstermeğe çalışıyorlar. Ertuğrul Özkök şöyle yazıyor: "Türkiye, meselesini 28 Şubat'ta halletti. Toplumun sivil kesimi ile asker kesimi tarihinde ilk gerçek ittifakı yaparak, İslâmiyet'in siyaset tarafından dejenere edilmesine son verdi. Hem Türkiye'yi, hem İslâm'ı, siyasi olarak yozlaştırmaya çalışan bir azınlığın elinden kurtardı. 28 Şubat işte bu yüzden, İslâm âlemi içindeki en büyük halk devrimlerinden biridir. Yörüngesinden çıkarılmak istenen Türkiye, roketlerini ateşleyerek, yeniden yörüngesine oturmuştur. Türkiye'de başlayan bu hareket bütün İslâm dünyasına yayılma eğilimi gösteriyor. İslâm dünyasının insanları, tarihi bir ikiyüzlülükten kurtuluyor." Türk modeli laiklik
Ertuğrul Özkök, "Türk modeli laiklik" uygulamasının yaygınlaştığını düşünüyor ve seviniyor. Hem Ekşi hem de Özkök, 11 Eylül'ün, 28 Şubat müdahalesinin haklılığını göstermek suretiyle, Türkiye'deki laiklik anlayışını bir dünya markası haline getirdiği kanaatini paylaşıyorlar. Anayasa Prof. Mustafa Erdoğan ise Liberal Düşünce Topluluğu'nun sitesinde "Gerçekten bir Türk modeli var mı?" diye soruyor.
Erdoğan'ın bu konudaki görüşlerini şöyle özetleyebiliriz: "Türk modeli, bir kuru övünmeden ibarettir. Türkiye'de, İslâm'ın demokrasi ile bağdaşmadığına dair bir peşin hüküm vardır. Oysa konu, İslâm'la demokrasi bağdaşır mı değil. Gerçekten sormamız gereken iki soru var: 1) Devlet, demokrasi istiyor mu? 2) Müslümanların genel yönelimi demokrasiden yana mı?" Mustafa Erdoğan bu iki sorudan ilkini olumsuz cevaplandırıyor: "Nizam-i âlemci, Devlet-i ebed müddet geleneği, Cumhuriyet döneminde terkedilmedi, aksine yeni unsurlarla güçlendirilerek muhafaza edildi. Devlet demokrasi istememekte, istemediği için de İslâm ile demokrasi arasında kaçınılmaz bir gerilim olduğunu ileri sürmektedir. İslâm ile demokrasinin bağdaşmadığını söyleyenler, bu iddialarını kanıtlama sadedinde, İslâmî hayat tarzının çağdaş olmadığına dair bir çok örneği gündeme getirmektedir... Oysa demokrasi, büyük ölçüde süreçler, kurumlar, mekanizmalarla ilgilidir ve belirli bir hayat tarzını zorunlu kılmaz.
Mustafa Erdoğan, dindarlarla demokrasi arasındaki ilişkiyi tahlil ederken de, "hiçbir kolektif kimliğin, demokrasiyle uyuşma açısından diğerlerine üstünlüğü bulunmadığını" hatırlatıyor; "Müslümanların homojen olmadığını" söylüyor ve şöyle devam ediyor: "İslâm'ın demokrasi ile bağdaşıp bağdaşmadığı değil de, Müslümanların demokrat olup olmadığını sorduğumuzda, İslâm-demokrasi gerilimine ait görüşün meseleyi saptırma amaçlı olduğunu anlamak kolaylaşır. İslâm-demokrasi gerilimine ilişkin resmi görüş kabul görünce, "Türk laikliği" meşrulaşıyor. Laiklik adı altında, halkın siyasete katılımını önemli ölçüde sınırlayan, bir tür resmi din tesis ederek bunun dışında kalan sivil oluşum ve etkinlikleri baskı altında tutan tuhaf bir sistem oluşuyor." Ve "Türk modeli laikliği" kutsayan Özkök-Ekşi ikilisi karşısında Mustafa Erdoğan son sözünü söylüyor: "Türkiye modeli, hiç bir anlamda başarılı değildir. Bu model, ne demokratiktir, ne laiktir, ne de İslâm'a hakkını vermektedir. Sürekli kriz halindedir ve kendisini ancak baskıyla ayakta tutabilmektedir." Devlet ile milleti küstüren, dindarlığı irtica ile bir tutan, farklı hayat tarzlarını "çağdışı" diye niteleyen ve halkı üzerinde baskı kuran, sürekli çatışma üreten bir laiklik anlayışı hiç diğer ülkeler için model teşkil edebilir mi?
Yola devam
Anayasa Mahkemesi'nin gerekçeli kararı açıklandı. Başörtüsü, kapatma sebebi sayılıyor. Bendeniz de herhalde, "Türk modeli laikliğe" ters düştüğüm için cezalandırıldım. Öte yandan, bizim takibimiz sayesinde, porno yayıncılıktan mahkûm olan Aydın Doğan'ın gazete künyesinde, "imtiyaz sahibi olarak isminin konulamayacağı, kararlaştırıldı. RTÜK yasasına Meclis'teki muhalefetimiz; soruşturma önergelerinde (meselâ Mavi Akım), ve demokrasi konularında (mesela Andıç) taviz vermeyen tavrımız; banka soygunlarındaki aktif çalışmalarımız (mesela Dinç Bilgin'in dosyasının İstanbul DGM'ye intikali) hatırlanınca, Anayasa Mahkemesi'nin bize yönelik kararı daha anlaşılır hale geliyor. Oysa, milletvekilliğim düşse bile, mücadele sürecek. Değişen bir şey yok. Yola devam!
DİPNOT: Dinç Bilgin'in kuyruk acısı bir türlü sona ermiyor. Hapiste olmasının sebebini bize bağladığı için sürekli hücum ediyor. Oysa bizimki fikir suçu ve çoğu dava ertelemeyle düştü. Sabah'ın 7.01.2002 tarihli manşeti, gazetenin nasıl silah olarak kullanıldığının açık bir delili. Ekonomi mercileriyle pazarlık yaparken de, aynı silahı kullanıyorlar; gazeteleri ve televizyonları sayesinde yargıyı da baskı altına almaya çalışıyorlar.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |