|
|
Hayatınızın bir yerine geldiniz ve orada herşey bıçak gibi kesildi. Nasıl oldu tasavvufla buluşma? Bu nokta hep yanlış anlaşılıyor. İlk meşk ettiğim ilahinin senesi 1955'tir ve benim yaşım beş'tir. Ben gözümü açtığım zaman kıbleye müteveccih yayılmış bir seccade vardı bizim evde. Ben bir Türk ailesinin çocuğuyum ve Türk ailesi dediğiniz zaman töresi bellidir, dini bellidir. Ortaokula giderken de namaz kılardım. Onun için benim hayatımda bir kırılma noktası yok insanların algılamasında kırılma olabilir. İnsanlar, sizi bir yerlerde gördüklerinde yakıştırmalar yapıyorlar. Pekala edebilir... İstisnalar genel kaideleri değiştirmez. İstediği kadar star olsun o bayramda başı yemenili annesinin elini öpmeye mutlaka gidiyor. Onu inkar etmesi mümkün değil. Ama ne var, insanın bazı dönemlerde gafleti yoğunlaşır, hayata biraz seferi takılır. Sizin hayata seferi takıldığınız dönemler de oldu ki, birgün sizin hakkınızda "Ahmet Özhan dine döndü" denilmeye başlandı. Benim hakkımda niçin böyle dediklerini hâlâ kestirememişimdir. Ben ilk kez tasavvuf müziğini rahmetli Egemen Bostancı'nın Şan Müzikholü'nde sahneye koyduğum zaman, o konserde başta klasik müzik, ardından tasavvuf en son da günün sevilen şarkıları vardı. Ülke bu değerlerden o kadar kopmuş ki, bunu tekrar ortaya koyan insanı kendi aynalarında görüyorlar ve kendi yoğun gafletlerini o insanda hissediyorlar. Halbuki ben aynı sahnede, Üçüncü Selim bestesini de okuyordum, "ömrümüzün baharı"nı da okuyordum, "serveri ser bülendimiz"i de. Ama, insanlar sudaki sopanın aksini görüyorlar, sopayı kırık zannediyorlar. Halbuki kırıklık suyun gösterişinde. Benim kültür işi yaptığımı algılamakta zorluk çeken, "nerede eski Ahmet Özhan" diyenler var. Ne olacaktı? 52 yaşına gelmiş Ahmet Özhan'ın "bak yeşil yeşil" diye ortalarda kart zamparalar gibi dolaşması mı güzeldi yani! Bir stardınız ve seçtiğiniz yeni tarz, siz nasıl izah ederseniz edin eski muhitlerinizde yadırgandı. Size, 'Sana neler oluyor Ahmet?' diye sordular mı? Oooo... Her an ve el'an. Hâlâ bıkmadılar. Aldığım tarizin, aldığım tenkidin hatta biraz acıtıcı dozda sözlerin haddi hesabı yok. "Bizi Ahmet Özhan'sız bırakmaya sizin hakkınız" diyenler var. Niye bırakayım. Olsa olsa defosu daha az, daha çapaksız daha net bir Ahmet Özhan takdim ediyorum. Birtakım şeylere meze olarak değil tam manasıyla sanatçı olarak sek olarak sahneye sürüyorum. Siz beni illa niçin gazinolarda, televolelerde görmek istiyorsunuz? Bir kırılma anı olmasa bile başı sonu belli bir değişim yaşadığınızı inkar edemezsiniz. Nasıl bir el sıktınız da böyle değiştiniz? 1974 senesinde, vakfa iftara götürürdüler. Ben o sıra, 24 yaşında aslanlar gibi "bak yeşil yeşil" diyorum. Rahmetli Hacı Muzaffer Özak'ı ilk defa orada gördüm. Karşımda sığınılma duygusu hissedilen, ona sığındığınızda kötülüklerden, yanlışlıklardan uzak kalacaksınız duygusu veren bir kimlik, bir kişilik gördüm. Bana sadece, "Hoşgeldiniz Ahmet Bey" deyip sigara ikram etti, kahve söyledi. O anda ben o kişiyi ne kadar çok sık görürsem o kadar mutlu olacağımı hissettim. İşimi gücümü bitirir, doğru Sahaflar Çarşısı'na koşardım. Vefatına kadar 9 sene böyle geçti, sohbetlerini dinledim. Siz o sırada kariyerinizin tam zirvesindeydiniz. Rahmetli bunu yadırgamaz mıydı? Hayır efendim tam tersine desteklerdi. Gazinoya gelir beni dinlerdi. Bunu bir günah olarak görmezdi, söylemezdi böyle bir şey. Peki bu durum öbür tarafta nasıl algılanıyordu? Gazinoda söylemenin şartı masalar arasında dolaşarak insanlara yakın olmaktır. Masasına yaklaştığım bazı insanlar, bana saygılarından içki bardaklarını saksının arkasına saklamışlar ve usulca kulağıma eğilip "bize de dua edin" demişlerdir. Bu, Allah indinde benim içki kullanmamamdan daha makbul olabilir. Demek ki sizden elektriği almışlar... Benden niye alsınlar, onlar elektrik dolu. Hepsi bir batarya. Onlar da o elektrik olmasa ben istediğim kadar elektrik yüklü olayım. Vız gelir tırıs gider. Onun için, "Harabat ehlini hor göme Şakir. Defineye malik viraneler var" lafı çok belirleyicidir. Hiç kimseyi infaz etmeye, kendi nefsimizi ibra etmeye kat'i surette yaklaşmamamız lazım. Aman ha! Siz kendinizi ne zaman infaz ettiniz peki? Ne zaman "tamam Ahmet buraya kadar" dediniz? Aslında, "artık gazino yok" aşamasına geldiğimde artık gazino yoktu zaten. Belki daha sonra da çalışırdım, kimbilir. Hiç, böyle yapmakla ne kadar çok para kaybettiğinizi düşündünüz mü? Hiç öyle para meselesini düşünmem. O Cenab-ı Hakk'ın herkese verdiği bir miktar var. Ne ondan fazlasını elde edebilirsin, ne de dünya bir araya gelse senin bir lokma ekmeğini alabilir. Yaptığınız şey tam olarak nedir? Bir tasavvuf müzikçisi misiniz yoksa bir tarikat müridi mi? Tasavvuf müziği diye bir şey yoktur, tasavvuf hayatı vardır. O nedir? Tekke hayatıdır. O tekkelerin zikir çeşitleri, koreografileri ve buna göre bir müzik yapılır. Kıyami, devrani ve semai zikir vardır. Bunların hepsinin kendine göre müzikleri vardır. Şimdi bunlar olmadığı için biz bunu sırf müzik olarak yapıyoruz. Yoksa tasavvuf müziği diye bir şey yok bunu biz icad ediyoruz. Zikrullah'a tatbik edildiği zaman tasavvuf müziği işlevini yerine getirir. Oradan alınacak şey bambaşkadır. Ama bugün o zikirler yasak ve kendi gitti müziği kaldı yadigar. Bu yasağı da tartışmak istemem. Zira devlete rağmen bir şey yapılmaz. Ve devlet de bizim düşmanımız değil. Zaman içinde halkla devlet arasındaki fark yok olacaktır çünkü devlet biziz aslında. Devlet büyüklerinin kafalarındaki endişeler izale olsa başörtüsü yasağı da kalkar. Dışarıdan bakıldığında büyük bir aşk içinde olduğunu hissediliyor. Nedir sizin aşkınız? Aşk birdir de izahı çoktur. Farklı izahlar hep yanılsamalardır. Aşkın tekliği gibi aşkın izahı da birdir. Ama insan gaflette olduğu için çeşitli evrelerde onu başka başka tarif eder. Agah olsa aynı aşkın aynı izahının içinde olduğunun farkına varır. Sizin vardığınız tarif nedir? Vallahi, orasını hiç kurcalama. O insanın mahremidir. Ama tabiî ki mahluktan halık'a giden bir tanımlamadır. Mahlukun sadece aynadaki hayalden ibaret olduğunu anladığında ve her mahlukta Allah'ın vechini gördüğünde o artık başka birşeydir. Hayatınızı keyifli buluyor musunuz? Hayır, hayatı keyifli bulamazsınız. Bulduğunuz anda durdunuz demektir. Devamlı şükür içerisindeyim ama devamlı keyifsizim. Bu da nefse zulmetmek demek değil mi? Hayır, daha iyiyi arzu ettiğim için. Bir hizmet yaparım bittiğinde ötekini düşünmeye başlarım keyfim kaçar. Dünya keyifsizliği değil, kendini üretmek için. Gönlümde öyle patlamalar var ki... Ama hiçbir zuhurat yok. Herkesin herşeye bir anda inanmasını isterim. Herkesin yüzü ayçiçeği gibi güneşe dönsün. Bir ilahi ile bütün insanlar inanç sahibi olsun istiyorum. Ama, bu bir boyut meselesidir. Önce, o duyuşa gelecekler, orada uzun vakit geçirecekler, sabredecekler, gönülleriyle cenk edecekler. Ondan sonra görüntü buğulu buğulu, kesik kesik ortaya çıkmaya başlar. Sonra onun netleşmesi için de yine kelleyi vereceksin. Ye kelleyi hakikate uzatıp hakikati bulacaksın ya da bu kelle bana lazım deyip oturacaksın. Oradaki tecelliyi göremeyeceksin. Siz ne sayesinde boyut değiştirdiniz? İman mı, sanatçı duyarlılığı mı? Ben size boyut değiştirdim demedim. Ama şunu söyleyeyim. İman olmadıktan sonra sanatçı duyarlılığı beş para etmez. Ölümü düşündünüz mü? Nasıl karşılayacağınızı tasavvur ediyorsunuz? Ayık kafayla buna cevap verilmez! Bazen bir şey oluyor acaba gidiyor muyuz diye düşünüyorsun. Ama, imanım "nasıl yaşarsan öyle ölürsün" diyor. Nasıl öldüğümüz değil nasıl karşılandığımız önemli. O an geldiğinde, ölüm anın o celalini yaşamayalım diye umud ediyorum Ölüm anının dehşetini ve kabir azabını yaşamayalım diye dua ediyorum. Nasıl bir son nefesin peşindeyiz? Bunu, aklımız başındayken şimdi tesbit etmemiz lazım.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv Bilişim| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © ALL RIGHTS RESERVED |