T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Arsız azınlık

Türkiye'nin son 10 yılı içinde ülkede bir 'arsız azınlık' türedi. 'Arsız' ve 'hayasız'. Bunlar, ülkede herşeyin 'tekel'ini ellerine geçirmek için didiniyorlar; 'ar' ve 'haya' tanımıyorlar. Ellerinde önemli ölçüde güç biriktirdikleri halde, çok 'güçsüz'ler; 'haklı olma'nın gücünden yoksunlar. Türkiye'nin düşünce hayatından 'dışlanmış' durumdalar.

Kamunun önüne çıkacak 'güç'ten ve 'cesaret'ten de yoksunlar. Büyük koruma ordularıyla dolaşıyorlar. Kimden korunmak ihtiyacında oldukları belli değil.

Ellerine geçirdikleri 'güç' ve hayatlarının ayrılmaz bir parçası olan koruma orduları, bile 'güçsüz'lüklerini gizlemiyor, korkularını ortadan kaldıramıyor. 'Sığınak' arıyorlar. O nedenle, M.Ali Bayar'ın ortaya attığı 'makul çoğunluk' kavramının altına girmeye çalışıyorlar. 'Makul çoğunluk' kavramını cankurtaran simidi gibi gördüler. 'Arsız azınlık', bu 'makul çoğunluk'un altına sığınma vizesi alabilmek için 'azgın azınlık' adını verdikleri yüzlerine tutulan aynaları kırmaya çalışıyorlar.

M.Ali Bayar'ın önündeki en büyük 'tuzak'lardan biri bu 'arsız azınlık'ın kurduğu pusu. 'Arsız azınlık', halka dayanmak hesabındaki hiçbir siyasi oluşuma hayretmez. 'Arsız azınlık onay belgeli' herhangi bir siyasi oluşum, 'örümcek kadının öpücüğünü' yemiş gibidir, iflah etmez. Çünkü 'arsız azınlık' ile bir partinin dayanmak zorunda bulunduğu geniş halk kitlelerinin çıkarları asla bağdaşmaz. Nitekim, DTP, bu 'arsız azınlık'ın alkışları arasında, onun 'onay belgesi' ile kuruldu ve iktidar nimetleriyle seçime girdiği için, ağır biçimde cezalandırıldı.

'Makul çoğunluk' içinde 'arsız azınlık'ın yeri yoktur ve olamaz.

Çünkü 'arsız azınlık', Musa'ya karşı Firavun'dan, mazluma karşı zalimden, haklıya karşı haksızdan yanadır. Sağduyulu halk, bunları; sezer, görür, tanır.

Bu 'arsız azınlık', yakın tarihin 'adalet mihenk taşı' olan Filistin-İsrail çatışmasında, Ariel Sharon'un İsrail'i ile saf tutmuş vaziyettedir. İsrail halkının önemli bir bölümü, Cenin'deki katliama karşı Tel Aviv'de gösteri yaparken; tank paletlerinin çiğnediği Filistin şehirlerine yardım malzemesi götürmek için seferber olmuşken; Yasir Arafat'ın karargahındaki 'uluslararası barış gönüllüleri' arasında İsrailli barış eylemcileri bulunurken; bizdeki 'arsız azınlık' Arap düşmanlığını pompalamakla ve Filistin halkıyla Türk halkının dayanışmasını küçük düşürmeye çalışmakla meşgul.

Kendilerinden bekleneni yapıyorlar. 'Arsız azınlık' çirkin yüzünü çeşitli vesilelerde gösteriyor. Kamuoyu, 'ar' ve 'haya'dan yoksun; mazluma karşı zalimin, haklının yanında haksızın, adaletin karşısında adaletsizliğin yanında, tereddüt geçirmeden yer alanların yani 'arsız azınlık'ın farkında. Asıl üzerinde durulması gereken, bunlar değil. 'Arsız azınlık'a mensup olmadıkları halde, Filistin sorunu konusunda bir yılı aşkın süredir; Amerikan-İsrail propaganda makinası tarafından yanıltılanlar.

Bu kesimde yer alanların, yanıltıldıkları 'kod'; Camp David 2000, bir başka deyimle Camp David II. Yani, 2000 yılının Temmuz ayında dönemin ABD Başkanı Bill Clinton, İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Yönetimi Başkanı Yasir Arafat'ın, Washington yakınlarında Camp David'de sürdürdükleri maraton görüşmelerde; Barak'ın Batı Şeria'nın yüzde 97'sini bir 'bağımsız Filistin devleti' için bırakmaya razı olmasına rağmen, Arafat'ın bu 'cömert' öneriyi elinin tersiyle geri çevirdiği iddiası.

Bu durumda, İsrail'in (ve Barak'ın) 'barışçı'; Arafat'ın ise 'terörden yana' kimliği teyid edilmiş oluyor ve bugün gelinen noktada Arafat'ı 'tarihi fırsat kaçırmaktan' başlayarak 'terörden yana olmaya' kadar geniş bir yelpazede eleştirmek ya da suçlamak mümkün hale geliyor. Hatta, İsrail'deki saldırgan fanatiklerin, Arafat'a 'alternatif liderlik' aranması ve 'Filistin halkına zarar verdiği', 'Filistin halkının daha iyi birisine layık olduğu' sloganlarıyla yürüttüğü ve zaman zaman George W.Bush'un da itibar ettiği kampanya, sanki bir 'doğruluk zemini'ne oturmuş gibi gözüküyor.

Filistin konusuyla ilgili asgari bir meraka, tarihi arkaplanı ile ilgili bir bilgiye sahip olmayanların, bu konuda çalakalem fikir belirtmesi, kendilerini kolaylıkla yanlışa sürükleyebilir. Camp David'de Barak'ın 'müthiş' ve 'barışçıl' önerilerini Arafat'ın reddettiği ve bunun neticesinde bugünkü duruma gelindiğine ilişkin 'masal', tam da bu sonucu veriyor.

Camp David'de ne olduğuna ve olmadığına dair en kapsamlı bilgi 9 Ağustos 2001'de The New York Review of Books'ta Hussein Agha ve Robert Malley imzasıyla yayımlandı. Robert Malley, Clinton'un Arap-İsrail ilişkileri danışmanı idi ve Camp David müzakerelerinde yer alan Amerikan heyetinde yer almıştı. Bu çok önemli yazının girişini aktaralım:

"Temmuz 2000'deki Camp David zirvesi ve bunu izleyen Filistin-İsrail müzakerelerinin değerlendirmelerinde, Ehud Barak'ın görülmemiş önerisini ve Yasir Arafat'ın uzlaşmaz biçimde hayır dediğini işitiyoruz. İsrail'in bir tarihi, cömert öneri yaptığı ama Filistinlilerin, bir kez daha fırsat kaçırma fırsatını kullanarak, bunu geri çevirdiği söyleniyor. Kısacası, nihai bir anlaşmaya ulaşmaktaki başarısızlık, buna pek karşı çıkan olmadan, Yasir Arafat'a yükleniyor.

... Bu gözlem, böylesine kompleks bir süreç için, son derece sığ. Zira; tarihi, müzakerelerin dinamiklerini ve söz konusu üç taraf arasındaki ilişkileri ihmal ediyor. Böyle yapmakla, niçin çok kişinin bunu bir cömert İsrail önerisi olarak gördüğünü, Filistinlilerin ise ne cömert, ne İsrail önerisi, ne de aslında bir öneri olarak görmediğini kavramıyor. Daha da kötüsü, daha nüanslı ve gerçekçi bir tahlil yerine, basit ve uygun bir suçlu –Arafat– göstererek, Amerikan politikası üzerinde zararlı bir kısıtlamaya yol açıyor..."

Bu satırlar, 16 sayfalık Camp David hikayesinin ilk paragrafından... Camp David'de, Clinton'un da desteklediği, Barak'ın önerilerini Arafat kabul etmedi; doğru. Çünkü, bunlar 'kabul edilemez' önerilerdi. Önerilerin ne olduğunu ve söz konusu 'yüzde 97'nin nasıl bir 'yüzde 97' olduğunu bilmeden, bu konuda ahkam kesmenin anlamı yok.

Oslo Barış Süreci'nin mekanizması, İsrail'in işgal altında tuttuğu Batı Şeria ve Gazze topraklarından aşamalı olarak çekilmesini ve müzakerelerin 'son aşaması'nda, 'Kudüs'ün statüsü', 'Filistin devletinin sınırları', 'Mülteciler' ve 'Yahudi yerleşim merkezlerinin durumu'nun ele alınmasını öngörüyordu.

Netanyahu, Oslo Barış Süreci'ni rayından çıkarttı. İsrail, geri çekilmesi gereken toprakların önemli bölümünü terketmedi. Yerine gelen Barak, 'Oslo takvimi'ni uygulamak ve yine anlaşmalara göre Filistinli tutukluları serbest bırakmak yerine; 'nihai çözüm' görüşmelerinin başlatılmasını önerdi. Bu arada, Barak döneminde, 'barış görüşmeleri'nin şartlarına ve BM kararlarına aykırı olarak, Batı Şeria'da 34 Yahudi yerleşim merkezinin inşa edildiğini bir yere not edelim.

Arafat, 'barış arayışı'nın Oslo sürecine 'sadık kalmak'la gerçekleşebileceği kanısındaydı. Camp David'e gelmek dahi istemedi. Amerika ile 'ters düşmemek' kaygısı ve 'Amerikan baskısı' ile geldi.

Camp David'de kendisine önerilen, Batı Şeria topraklarının yüzde 97'si idi ama bu yüzde 97'lik bölümü birbirine bağlayan tüm yollar, 'yasa dışı' Yahudi yerleşim merkezleri gerekçe gösterilerek İsrail ordusunun kontrolünde kalacaktı. Filistin-Ürdün sınırına da İsrail ordusu yerleşecek; yani 'Filistin devleti' sınır denetimine sahip olamayacaktı. 'Filistin devleti'nin hava sahası üzerinde de kontrolü bulunmayacak; hava kontrolü İsrail'in elinde olacaktı. Sözde 'bağımsız Filistin devleti'nin bir şehrinden diğerine, İsrail askeri denetiminden geçmeden gidebilmek söz konusu olmayacaktı. Doğu Kudüs'ün dış mahalleleri Doğu Kudüs sayılacak ve Filistin devletinin başkenti orası olacaktı. 'Tarihi Kudüs'te, Filistin devletinin egemenliği bulunmayacaktı.

Barak'ın sözde 'barış' önerisi, Arafat tarafından 'İsrail işgalinin, bağımsız Filistin devleti kuruldu' görüntüsüyle devamı gibi algılandı ve gerçek de buydu. Bir süre sonra 'işgale yeter' diyen Filistin halkı ayağa kalktı. Ardından, Filistinlilerle barışa hiçbir zaman inanmamış olan ve işgali çeşitli biçimler altında sürdürmekten yana olan, milyonlarca insanın vicdanında 'savaş suçlusu' olarak yerini almış bulunan Ariel Sharon İsrail'de iktidara geldi. Ve, bugünlere geldik.

Türkiye'deki 'arsız azınlık', işte bu 'savaş suçlusu' Sharon'un yanında saf tutuyor. Siz siz olun bu 'arsız azınlık'tan olmayın...


16 Nisan 2002
Salı
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED