T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bir öykü niye anlatılır?

Kafamda yeni bir öykü biçimleniyor. Henüz olgunlaşmadı, bu demektir ki, henüz yazılacak kıvama erişmedi. Ama onu ana hatlarıyla biliyorum. Kurgusu da aşağı yukarı belirginleşti. Bir aşk öyküsü olacak diye düşünüyorum. İlk fırsatta yazıya dökülür, değilse savsaklanıp kalır. Ama yazacağımı sanıyorum onu. Yazmasam olmaz mı? Olur. Elbette. Kıyamet kopmaz. Ama yazacağım. Fakat acaba kim için? Elbette kendim için. İlkin kendim görmek zorundayım ortaya çıkacak ürünün ne olduğunu/olacağını.

Okul çocuklarının sık sık ileri sürdüğü bir soruları vardır: Hocam, bunun hayatta bize ne faydası olacak, derler. "Hayatta" bundan daha enayi bir soru olamaz. Hayatta ne işe yaradığını bilmeden, bilme lüzumunu hissetmeden neler öğreniyoruz. Aslında hayatta işimize yarayacağını düşünerek öğrendiğimiz şey nedir ki? Nefes almak nedir ki? Biri de kalkıp onu öğrenmenin ne işe yarayacağını sorabilir. Ha, şöyle bir hikmeti es geçmek istemiyorum: öğrendiği veya uyguladığı her şeyi bir kalıba oturtabilmek için etrafını sorularıyla boyuna taciz eden birine, bir hikmet sahibi: "Kardeş bunu öğrenip de ne yapacaksın, sen, sana belletilenlerin gereğini yerine getirmeye bak, üstüne karışma!" Böyle bir öğüdün dikkate alınması gereken bir hikmeti var ve bu hikmet, tam da, her şeyin hayattaki karşılığını ve yararını arayanınkinin karşı cephesinde yer alıyor.

Şimdi, anlatmasan olmaz mı, diye soranlar sıralanıyor. Olur. Elbette olur, Arşimed kralın sorusunu cevapsız bırakamaz mıydı? Çünkü aslında kendisinden cevabı imkânsız bir sorunun cevabı istenmiyor muydu? Öklid, bir üçgenin iç açılarının toplamının 180° olduğuna ilişkin aksiyomunu kendisine saklasa, hiç açıklamasa olmaz mıydı? Kopernik, Galile, Newton vs., Eflatun, Aristo, Kant, Ebu Hanife, Gazali, İbn Arabi, İbni Haldun, İmam Rabbani vs., Cervantes, Hugo, Puşkin, Fuzuli, Baki, Şeyh Galip.. bütün bunlar ve bunlara eklenebilecek nerdeyse sayısız insanlar, söylemiş olduklarını söylemeseydiler olmaz mıydı?

İşte, hocam bunu öğrenip de n'olacak anlayışını taşıyan kafaya göre cevabı bulunamayan bir sorudur bu: olurdu, elbette. Ama o zaman da, içinde yaşadığımız bu dünya böyle bir dünya olmaktan çıkardı. Ben söylenmesi gereken bir şeyin mutlaka söylendiği kanısındayım. Üstelik o söylenen şeyin, nerede, ne zaman, kimin işine yarayacağını da önceden kestirebilmemiz mümkün görünmüyor. Ama söylenen o söz, bir gün, ondan istifade etmesini başarabilecek bir kafayla mutlaka rastlaşacaktır.

Nice kel alâka görünen karşılaşmalardan nice beklenmedik ürünlerin doğduğunu bilmiyor muyuz? Öyleyse kendini anlatmaya zorlayan bir öykü mutlaka anlatılmalıdır. Onun nerede, ne zaman, kimin işine yarayacağını bilmesek de, bir karşılaşmanın vuku bulacağını ve bu karşılaşmanın dünyanın çehresini değiştirebileceğini biliyoruz. Bu değişmenin cesameti gözle görülemeyecek denli minik ölçekte olsa bile..


3 Mart 2002
Pazar
 
RASİM ÖZDENÖREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED