|
|
'Güzel Türkçemiz' aşkına!
Öztürkçe takıntısıyla, 'mucize'ye 'tansık' diyen devletin resmi dil politikası yine tartışma konusu. Türkçe'ye sahip çıkan dil sevdalıları zenginliğin yaşatılmasını istiyor. Milli Eğitim Bakanlığı'nın Tercüme Bürosu'nu yeniden kurarak eski kuşak yazarların metinlerini bugünün Türkçesi'ne yeniden aktarmayı planlaması, basın aracılığıyla "Türkçe üzerine yararlı" bir tartışmaya yolaçtı. Metin Toker "Yazarın Şikayeti Var" başlıklı yazısında "Yazar benim. Şikayetim, Türkçe'nin yetersizliğinden. Zaman geçtikçe bu daha da artıyor. Gittikçe daha az kimse daha az kelimeyi biliyor anlıyor hale geliyor. Kimse öğrenmenin peşinde değil" diyordu. Ertesi gün de aynı konudaki yazılarına devam eden Toker, basın kanalıyla edebiyat çevreleri arasında "Öztürkçe ve dilde sadeleştirme" konularında yararlı bir tartışmayı başlattı. Hürriyet'ten Doğan Hızlan Toker'e destek çıkarken, Hadi Uluengin ise "Gülin dili" başlıklı yazısında, Umberto Eco'nun ünlü Gülün Adı romanının öztürkçe endişesiyle nasıl anlaşılmaz bir hal aldığını gözler önüne seriyordu. Sadeleştirmeyi ustalar yapmalı Görüşüne başvurduğumuz "dil ustası" İskender Pala, öztürkçe takıntısından kurtulunarak ancak güzel çeviriler yapılabileceğini ve okuyucuya sağlam bir dil zevki seçkin bir edebiyat aşkı sunulabileceğini söylüyor. Türkçe'nin içine düşürüldüğü zaaftan dolayı çeviri konusunda yetersiz kaldığını belirten Pala, sağlam bir lisan, ancak sağlam kültür birikimine sahip kişilerin dilinde anlama bürünebileceğini kaydediyor. "Öztürkçe takıntısından kurtulabilirsek ancak güzel çeviriler yapabilir, ve okuyucularımıza sağlam bir dil zevki, seçkin bir edebiyat aşkı sunabiliriz. Götürü usülü verilecek adamların altında kalkabileceği bir iş değil. Kelime dayatması getirilse ortaya bir aşure çıkar." diyen Pala dilin korunması için şunu öneriyor: "Türkçe'nin korunabilmesi için, kanunlardan dayatmalardan, pasaport almış kelimelerden ziyade, seçkin eserlere ihtiyacı vardır. Yazarlar Türkçe ile çok güzel eserler verebilirlerse Türkçe kendisini hem korur, hem de bu milete hizmet eder". Selim İleri ise, eski eserlerin sadeleştirilerek günümüz Türkçesi'ne kazandırılmasının zorunlu olduğunu söylüyor. Böyle bir uygulamanın son derece faydalı olacağına inandığını dile getiren İleri, "Bu tümüyle bu işlemi yapan kişinin ustalığına bağlıdır" diyor. Kuvayı Milliye, Ulusal Güç değil! Dil üzerine kitapları ve araştırmalarıyla tanınan Necmiye Alpay, dilde yenileştirmeye giderken üç ölçütün dikkate alınması gerektiğini söylüyor: Bu ölçütleri, "Dilini kullanan kişinin anlatım gereksinmesi, dilin üretkenliği ve dilin tarihsel yükü" olarak sıralayan Alpay, "Buna en iyi örnek 'milliyetçilik' ve 'ulusalcılık' kelimeleridir. 'Kuvayi Milliye'ye 'Ulusal güçler' diyemezsiniz. Diyelim ki Osmanlı dönemindeki bir metni tutup da öztürkçeyle anlatamazsınız. Öbür yandan Türkçe'nin üretkenliği dediğimiz öztürkçenin olabildiğince tercih edilmesi gerekir. Bu üç faktör gözetilerek yola çıkılmalı" diyor. Alpay yine de çeviriler konusunda çok kötümser olmamak gerektiğini düşünüyor. Alpay'a göre çevirilerin anlaşılamaması bir miktar da kavramların bilinmemesiyle ilgili ve çevirinin başlıca sorunu da bu değil. Alpay, "Bir ayırım yapmak lazım. Dilin tarihsel yükü dediğim de bu noktada ortaya çıkıyor. Kuvayi Milliye ve Ulusalcı Güçler birbirini tutamayacak yerine göre ikissi ne ihtiyaç duyabileceğimiz sözler. Din alanı da böyle. Kutsal kitapların ve'li yapısı. Nazım'ın da çok kullandığı bir tarz bu. Diyelim ki bunu çevirirken bunları atarsanız, iyi bir çeviri yapmış olamazsınız. Bazı insanlar 've' Türkçe değil diye kullanmıyorlar. Virgül kulanıyorlar. Eco'ya da bu gözle bakmak lazım. Devlet müdahaleden çok olanak sağlamalı. Özerk kuruluşlar yapmalı." Alpay, çeviri de özellikle bilimsel ve düşünsel kavramlar konusunda bir oturmamışlıktan sözedilse de Türkçe'nin esaslı bir dil olduğunu vurguladıktan sonra, dilde başlayan sekülerleşme ve laikleşmenin aslında kapitalizmin bir sonucu olduğunu savunuyor.
ÖZTÜRKÇE BİR TAKINTIDIR!
Özellikle Divan Edebiyatı üzerine yaptığı çalışmalarıyla tanınan dil ustası İskender Pala, öztürkçe takıntısından kurtulunarak ancak güzel çeviriler yapılabileceğini ve okuyucuya sağlam bir dil zevki seçkin bir edebiyat aşkı sunulabileceğini söylüyor. Bugünün nesillerine artık yabancı kalmış olan eserlerin, onların anlayacağı bir dille yeniden ifadelendirilmesinin güzel bir gayret olacağının altını çizen Pala, "Ama bu eserlerin pekçoğu, zamanında usta kalemler tarafından, tercüme edilmiş. Ve Türkçe'nin üslup işçiliği sindirilerek verilmiş idi. Yine usta kalemler tarafından çevrilmesinde; hatta bugünkü elimizde bulunan çevirileri sadeleştirmek yerine, klasiklerin asıllarına giderek onları yeni bir anlatım ile günümüz okuyucusuna kazandırmakta fayda var" diyor. Ancak, "Bu gayret, eğer bir dilde sekülerleşme çabasının son sahnesi ise yanlış bir plan uygulanıyor demektir" diyen Pala şu görüşleri dile getiriyor:"Çünkü tercüme eserlerde, esas olan yazarın uslübuna en yakın çeviriyi yapmaktır. Ömer Seyfettin'i bile sadeleştirerek okutmak zorunda kaldığımız genç kuşaklara, edebiyat sevgisi aşılayabilmek için klasik eserlerin çok mükemmel bir çeviriyle verilmesi gerekir. Bunu da ancak, sanatçılar ve bu konuda tecrübe sahibi araştırmacılar, yazarlar, şairler başarabilir. İşin en zor kısmı şiir çevirileridir. Çünkü orada, anlamı kazanalım derken, pekçok sanat ve estetik unsurlarını feda etme tehlikesi vardır".
|
|
|