|
|
Demirel'in makalesi: Geçen yıllara yazık!
Bizde pek az rastlanan bir durum olduğu için imzayı görünce bir an için tam kavrayamadım. Radikal gazetesinin 21 Haziran tarihli sayısının "YORUM" sayfasının neredeyse tamamı Süleyman Demirel'in "Yeni dünyada ulus-devlet" başlıklı makalesine ayrılmıştı. Aslında çok hoş bir durum, hatta ilk bakışta insanı bayağı memnun da ediyor. Ülkenin ileri gelen siyasetçilerinin her gün vır vır konuşmalarına arada bir ara verip bir makale kaleme almaları insanı memnun etmez mi? İşte kağıt işte kalem; anlat bakalım derdini... Makalenin başlığı da pek ilgi çekici.. Ne güzel; ülkenin yönetiminde 35 yıla yakın bir süre söz sahibi olmuş bir siyaset ve devlet adamımız "ulus-devlet" hakkındaki son fikirlerini açıklıyor... O siyasetçi ki, 35 yıldır "ulus-devlet" (daha doğrusu "devlet-ulus"!) için elinden geleni yapmış, sırasında yeri göğü inletmiş... Hadi artık isterseniz yavaş yavaş bu uzun makaleyi gözden geçirmeye başlayalım: Üşenmeyip tamamını dikkatle okuduğum bu makale hakkındaki ilk tespitim, makalenin özellikle bazı bölümlerinde karşımıza çıkan dil ve üslup ile Demirel'in alıştığımız dili ve üslubu arasındaki farka ilişkin. Mesela şu bölümde olduğu gibi: "Küreselleşme bir ideoloji değil, her gün yeni boyutlar kazanan hayatla iç içe, somut ve dinamik bir olgu..." Siz söyleyin; bu cümle Demirel'in kaleminden çıkmış olabilir mi? Her zaman "vakıa" sözcüğünü kullanmayı tercih etmiş bir Demirel'in kaleminden "olgu" sözcüğünün çıkması mümkün mü? Yazıda insanın gözünü tırmalayan böyle çok sözcük ve çümle yapısı var; yani diyeceğim o ki, önümüzdeki makale Radikal'in diline uygun bir hale getirilmek için sıkı bir "redaksiyon"dan geçmiş görünüyor! Şimdi de biçimi bırakıp öze bakalım: Demirel makalesine artık her ağıza sakız olmuş bir tespitle başlıyor: 21. yüzyıl yeni bir dünya yarattı ve eskinin "Doğu-Batı, Kuzey-Güney kutuplaşmaları" etkisini büyük ölçüde kaybetti... Artık "ışık hızıyla" değişen bu yeni hayat karşısında eski kavramlarla düşünebilmek imkansız... Demirel, meseleyi iyi kavrayalım diye, 20. yüzyılda insanlığın hizmetine giren teknolojinin büyük buluşlarını üşenmeyip sıralamış. Bu liste, teleskoptan başlayıp "buhar"dan geçip (Ben mi yanılıyorum, "buhar" gücünün kullanılması bir önceki yüzyılın defterine yazılmamış mıydı!) internete kadar uzanıyor. Makalede buraya kadar bir yenilik yok. Demirel daha sonra 20. yüzyılın ilk ya rısında Avrupa'nın farklı ideolojiler tarafından nasıl paylaşıldığı meselesine geçiyor. "Bir tarafta faşizm, bir tarafta komünizm ve diğer tarafta kendisini karumak mecburiyetinde olan demokrasi yer aldı." (Sizi bilmem ama doğrusu ben merak ettim: Bu sınıflamada Türkiye acaba hangi kümede yer alıyor?) Daha sonra Sovyetler Birliği'nin yıkılışının ardından yaşananlara değinilmiş. Böylece "Marksist ekonomi" yerine "piyasa ekonomisi", "komünist idare" yerine de "demokratik idare" geçti diyor Demirel. (Görüyorsunuz, burada da aynı sorun: Türkiye hangi kümede yer alıyordu?) Demirel tam da burada ekonomi alanına geçiyor: "Adam Smith'den başlayarak Marx'a, Keynes'e kadar gelinen çizgide, devletin görevleri içinde ekonomik faaliyetler tümüyle veya kısmen, devletin elinde veya kontrolündedir. Hayek ve Fridman ile yine Adam Smith'e dönüldü. Burada, devletin fonksiyonları tamamen değişir: Devlet ekonomik faaliyetlerden çekilmeli, bunları fertlere bırakmalı; piyasalar kendi dinamikleriyle kendisini kontrol etmeli, rekabet hakim olmalı, böylece etkinlik ve verimlilik sağlanmalıdır." Nasıl buldunuz; biraz çalakalem değil mi? Devletin Adam Smith'ten sonra Marx ve Keynes ile başlayan ekonomik hayata müdahalede bulunma arzusu, Hayek ve Fridman ile karşılaşılınca tam ters istikamete yönelip Adam Smith ile tekrar buluşulmasıyla son buluyor! Yani ha Adam Smith, ha Fridman ya da Hayek, yok birbirinizden farkınız... Hiç şüphe yok ki, Demirel'in bu satırlarını ilginç kılan en önemli husus, devletin ekonomik faaliyetlerden çekilmesini bir "uygarlık tarihi" çerçevesinde hararetle tavsiye eden yazarın, 35 yıldır tavsiye ettiğinin tam tersini yapmış olmasıdır. Bakın ne güzel açıklıyor: "Ekonomik faaliyetlerin içinde bulunan bir devletin iyi idaresine, koropsiyondan ve israftan kurtulmasına imkan yoktur." Bu yerinde tesbitin kapsama alanını şöyle 30-40 yıl geriye doğru da genişletmeye cevaz var mı acaba? Bu makale Demirel'in "İtiraflar"ının bir başlangıcı mı yoksa! Sonra "demokrasi" meselesine geliniyor. "Gelişmelerin en önemli sonucu şudur: Artık hiçbir toplumun ve devletin siyasi, ekonomik, insan hakları gibi standartları kendine göre olamaz. Artık hiçbir devlet 'İstediğimi yaparım, sorunlarımı istediğim gibi çözerim. Bu kimseyi ilgilendirmez' diyemez. Zira gelinen nokta ulusal güvenliğin kolektif güvenlik anlaşmaları çerçevesinde sağlanması yönünde." Daha birkaç yıl öncesinde başında bulunduğu devletin görevlileri tarafından uygulanan insan hakları ihlallerini "münferit olaylar" olarak kolayca sınıflayan, başına buyruk bir "ulusal güvenlik" tezini hararetle savunan Demirel neler söylüyor? Bu günleri de mi görecektik! Demirel'in makalesinde bir diğer ilginç nokta da, "uygarlık tarihi" üzerine bolca laf edilmesine rağmen açık bir biçimde Türkiye-AB ilişkilerine (ve dolayısıyla "kriterler" meselesine) girilmemesi. "Küreselleşme" iyi, devletin küçülmesi iyi, çağ bilgi ve enformasyon çağı olduğu için iyi de, Demirel acaba "idam", "anadil" ve "Kıbrıs" konularında ne düşünüyor. Ne yazık ki bu uzun makalede bu soruların cevabı yok... Makalenin adı ("Yeni dünyada ulus-devlet") yakışıklı olmasına yakışıklı, girilip çıkılan konular "in"olmasına bayağı "in"de, Demirel acaba siyasetin ivedilikle çözmesi gereken konular hakkında ne düşünüyor? Peki bütün bunları bir yana bırakıp Demirel'in makalesini "global" olarak değerlendirirsek nasıl bir sonuca varmamız gerekir? Yeni bir "bilge" ile karşılaştığımızı düşünüp sevinecek miyiz, yoksa "Geçen yıllara yazık!" diyerek dertlenecek miyiz? Sizi bilmem ama ben "B" seçeneğini işaretliyorum...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |