T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Batı hatasını kabul etmeli"

Radikal'in Yorum sayfasında dünyanın önemli gazetelerinden çizgiler ve çeşitli yazıların çevirileri yayımlanıyor. Bu yazılar ve çizgiler sayesinde dünyamızın değişik sorunlarının farklı pencerelerden nasıl göründüğünü izleyebiliyoruz.

23 Haziran 2002 Pazar günkü Radikal'de Karen Armstrong'un 20 Haziran 2002 tarihli The Guardian'dan alınan bir yazısı, daha doğrusu yazısının çevirisi vardı. Gazete, nedense, bu yazıları Türkçeleştirenlerin adlarını vermiyor. Çeviriler, makine aracılığıyla, çeviri yazılımlarıyla yapılmıyorsa eğer, çevirmenin adını okuyucuya bildirmek gerekir bence. Okur, kimin Türkçesini okuduğunu bilse iyi olmaz mı?

Karen Armstrong'un "Batı hatasını kabul etmeli" başlıklı yazısının ilk cümlesinde tarihleri belirtirken sıkça yapılan o yanlışa rastladım: "15 Temmuz 1099 yılında..." Bu ifade biçimi, Türkçenin ad tamlamasından beklediği anlam bağına aykırı düşmektedir. Evet, 1099 yılı bir ad tamlamasıdır ama bu tamlamanın başına günü ve ayı bildiren yeni tamlayanlar eklediğinizde, "yıl" adının anlamını öldürmüş, en azından yaralamış olursunuz. Böyle bir kıyımdan uzak durmak için "1099 yılının 15 Temmuzu" denebilir. "15 Temmuz 1099 günü" demek de, "15 Temmuz 1099 tarihi" demek de mümkün ve doğrudur.

Bu anlatım kusuruna böylece işaret ettikten sonra, cümlenin tamamını, hattâ başka cümleleri de okuyalım:

"15 Temmuz 1099 yılında Batı Avrupalı Haçlılar, kentin Müslüman ve Yahudi sakinlerinin üzerine kıyamet melekleri gibi çökerek Kudüs'ü fethettiler. Kıyaslamaya kalktığınızda 11 Eylül'ü solda sıfır bırakan bir katliamla iki gün içinde tam 40 bin kişi öldürüldü."

"O canlı, kalabalık kent kokuşmuş bir cenaze evine döndü. Bugünse Avrupalı akademisyen keşişler, insanlığa karşı işlenmiş bu suçu İsa'nın çarmıha gerilmesinden sonra dünya tarihinin en büyük olayı olarak göklere çıkarıyor."

...

"Haçlı Seferleri'nin bugüne kalan miraslarından biri de İslam'a yönelik köklü bir nefrettir. Haçlı Seferleri'nden önce Avrupalıların Müslümanlar hakkındaki bilgisi kıttı. Fakat Kudüs'ün fethinden sonra âlimler İslam'ın son derecede çarpıtılmış bir portresini çizmeye başladılar. Kronik antisemitizmle birlikte yürüyen bu İslam fobisi Avrupa'nın kuşaktan kuşağa aktaracağı düşüncelerden biri olacaktı."

...

"Feodal Avrupa'nın hiyerarşiyle örüldüğü bir çağda, İslam köleler ve kadınlar gibi hizmetkârlara fazla hürmet gösterip özgürlükler veren anarşik bir din olarak sunuldu."

...

"1883'ten 1907'ye dek Britanya'nın Mısır konsolosluğunu yürüten Lord Cromer gibi sömürgeciler, onlardan önce bölgeye gelen misyonerler gibi bir çarşaf korkusu içindedir. Cromer o devasa Modern Mısır adlı eserinde bu barbarca alışkanlığı terk etmedikleri sürece Müslümanların modern dünyada ilerleyemeyeceklerini, her zaman Batı'nın gözetimine ihtiyaç duyacaklarını savunur. Fakat Cromer aynı zamanda Londra'da Kadınların Sufraje Hareketine Muhalif Erkekler Birliği'nin (Men's League for Opposing Women's Suffrage) kurucu üyelerindendir."

Lord Cromer' "konsolos"tan daha ileride bir görevli, meselâ "elçi" olmalı ve bu çifte standartlı elçi, sözü edilen görüşleri "savunur" olmadan önce "savlar / iddia eder, öne sürer" olmalı. "Suffrage" kelimesini olduğu gibi aktarmak yerine "oy hakkı" diye çevirmek de, zor olmasa gerek.

"Artık İslam'a ilişkin olarak hem kendimize hem de Müslümanlara zarar veren bu dengeden yoksun görüşleri taşıyabilecek durumda değiliz. 12. yüzyılda İspanya'daki Müslüman âlimler ve bilginlerin, Batı'ya 'Karanlık Çağlar'da kaybettiği klasik öğretileri kazandırdığını hatırlamalıyız. Yahudiler ve Hıristiyanların Müslüman İspanya'da 1492'ye dek barış içinde yaşadıklarını, bunun Avrupa'nın başka hiçbir yerinde mümkün olmadığını da hatırlamalıyız."

"20.yüzyılın başında Müslüman entelektüellerin neredeyse hemen hepsi Batı'ya âşıktı, modern toplumu övüyorlar, kendi ülkelerine demokrasiyi ve anayasal yönetimi getirmek için mücadele ediyorlardı. Batı'yı düşmanları olarak görmek yerine, kendi gelenekleriyle uyumlu bulmuşlardı. Biz de kendimize sormalıyız: Bu iyi niyeti neden kaybettik?"

Karen Armstrong'un bu son cümlesini anlayamadım: Kim kimin hangi iyi niyetini kaybetmiş? Belki de kaybedildiği söylenen şey, Batıcı Müslüman entelektüellerin iyi niyetidir; çünkü yazının bütünü içinde Batı'nın herhangi bir dönemde, herhangi bir "iyi niyet" taşıdığından hiç söz edilmemiş.


25 Haziran 2002
Salı
 
İBRAHİM KARDEŞ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED