|
|
Çıtayı yükseltmek...
Bir ulusun 'başarıyla yeniden doğuşu'nu farkedebilmek için, yurtiçini olduğu kadar yurtdışını da görmek gerekiyor anlaşılan... Bu, başlangıçta 'abartmalı' bir hüküm gelebilir; biraz derin düşünmeyi deneyen herkes, düşüncenin derinlerinde daldıkça, bunun pek de o öylesine bir 'abartma' sayılmayacağı hükmüne de varabilir. Cumartesi öğleden sonra başlayıp Pazar günü sabahın ilk saatlerine kadar sarkan ve tüm Türkiye'yi kaplayan coşkulu kutlama dalgasından birkaç saat sonra, TOBB'un (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) 'AB çıkartması' için Brüksel'e ayak bastık. Havaalanından gelip, NATO merkezinin biraz ötesinden şehre girdiğimizde bazı binaların camlarına asılmış Türk bayrakları gördük. Otobüsümüz, şehrin merkezine doğru ilerlerken, Türklerin yoğun yaşadığı Schaarbaek'ten geçerken Türk bayrakları çoğaldı. Bu şehirde 32 yıldır yaşayan Hadi Uluengin, bunca yıldır hiç raslamadığı bir 'olayı' heyecanla nakletti: Türkiye'nin Dünya Kupası 2002'de yarı finale çıktığı o 'altın gol'ün geldiği 'altın an'dan birkaç dakika sonra, yıllardır Brüksel'de yaşayan iki Ermeni vatandaşımız, ellerinde Türk bayrakları Hadi Uluengin'in evine dayanmışlar ve 'hadi' demişler, 'şehir merkezine kutlamalara gidiyoruz...' Hadi, Brüksel'i hiçbir zaman öyle görmediğini söyledi. Anvers Başkonsolosumuz, aynı saatlerde Anvers şehrinin merkezinde trafiğin durduğunu anlattı. Paris'te Champs-Elysees, Fransa'nın 1998'de Dünya Şampiyonu olduğu gündeki gibi anlar yaşamış. Berlin'i anlatmaya gerek bile yok. Televizyon ekranlarında gördük. İşin ilginç yanı, Baku'nun ve Orta Asya'daki çeşitli merkezlerin, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yaşadığı dış merkezlerden ve Türkiye'nin şehirlerinden farklı olmaması. Sık sık, 'Türkiye'nin Türkiye'den daha büyük olduğunu' vurgulamış benim gibi birisi için, bu 'gözlem'nin doğrulanması ve artık bir 'bilgi' haline böylece dönüşmesinden daha keyifli pek az şey olabilir. Türkiye, Türkiye sınırlarının içerdiği coğrafi alandan çok daha geniş bir coğrafyayı, içindeki 'beşeri ve kültürel unsur'la birlikte ifade ediyor. O yüzden Türkiye'nin geleceği, çok geniş bir insan kitlesi ve 'jeopolitik alan'ın geleceğini ilgilendiriyor. Türkiye dışında yaşayan ve hepsi Türk de olmayan onmilyonlarca insanın nabzı Türkiye ile birlikte atıyor. Türkiye'nin dünyada taşıdığı anlamı ve 'derinliği' kavrayabilmek için dünya çapında bir olay ve bu olayın içinde Türkiye'nin görkemli biçimde yer alması gerekiyordu; ve, bu çerçevede Dünya Kupası, eşsiz bir vesile teşkil etti. Herhalde, Türk Tanıtma Fonu'nun bunca yıldır toplam harcamasının Türkiye için sağlayamayacağı ve üstelik 'olumlu' bir tanıtımı, futbol üzerinden üç hafta içinde ve özellikle cumartesi gününün 45 dakikası içinde gerçekleştirildi. Dolayısıyla, olan-biteni sadece bir 'futbol çılgınlığı' ile açıklamaya kalkışmak, çok yanıltıcı olabilir. Dünya Kupası'nın yarı finalisti, dünyanın belki de bu 'en küresel olayı'nın ilk dördü içinde Türkiye'nin yer almasının açıkladığı çok daha geniş boyutlu olgular söz konusu. Asla gözden kaçırılmaması gereken başlıca 'olgu' ise, Türkiye'nin 'başarı açlığı' ve başarının gelişiyle birlikte yokedilemediği belli olan ama 'uyku halinde' tutulan 'özgüven'in ayağa kalkışı. Türkiye, başarıyla birlikte 'özgüven duygusu'nu da özlemiş. İstanbul sokaklarından Diyarbakır meydanlarına, Bursa'nın merkezinden Lefkoşa'ya KKTC'nin ilanında bile görülmeyen coşkuyla taşan mutluluğa; Baku'dan, Hazar kıyısından, Brüksel-Berlin-Paris-Amsterdam vs. merkezlerine, oralardan ta Afganistan'daki birliğimize, oradan Avustralya'ya kadar fışkıran coşkuya bakıldığında 'dünyada görülmek istenen ve hakedildiğine inanılan Türkiye profili'ni görmüyor musunuz? Türkiye milli futbol takımı, belki kendilerinin de şu anda farkında olmadığı çok önemli bir 'siyasi psikoloji'nin oluşmasına kalın ve silinmez bir imza attı. Onun 'çıtayı yükseltmesi', bilinçaltında tüm Türkiye'nin kendisini ilgilendiren her konuda 'çıtayı yükseltmesi'ni beraberinde getiriyor. Güney Kore ve Japonya'daki elde edilen 'Türkiye başarısı'ndan sonra, Türkiye'nin insanları iç politikadaki abuk subukluklara çok daha az tahammüllü olacaklar. 'Pekala olabiliyormuş', 'istenince oluyormuş', 'çıtayı yükseltince oraya da erişilebiliyormuş' duyguları insanların içinde uyanacak ve 'yetersizler'in, 'beceriksizler'in ve 'kötüler'in egemenliği, ulusumuza bir 'kadermiş gibi', bundan böyle dayatılamayacak. Türkiye, 'siyaset esnafı'nca yönetilmesi artık çok daha güç bir ülke haline dönüşecek. Bunu, 'Anadolu'nun atardamarı' gibi görülmesi gereken TOBB'un unsurlarında da görüyoruz. Brüksel'deki toplantılarda söz alan Iğdır Ticaret Odası Başkanı'ndan Kuşadası Ticaret Odası Başkanı'na, Van Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı'ndan, Düzce'ye Karabük'e kadar birçok oda başkanı, 'AB'ye niçin hala giremediğimizin, niçin siyasi reformların hala yapılmamış olması nedeniyle, ekonominin önünün tıkandığının' hesabını soruyorlar. Türkiye'nin en doğu sınırlarından Ege'nin kıyılarına kadar, 'ekonominin atan nabzı', AB'nin merkezinde, siyasilerin bir türlü harekete geçiremediği 'Türkiye'nin iradesi'ni ortaya koyuyorlar. TOBB, doğrudan AB ile ilişkili İKV'nin (İktisadi Kalkınma Vakfı) üyesi olmaktan gayrı, yakın geçmişte 'Sivil Toplum (Türkiye'nin büyük çoğunluğu olarak da anlayabilirsiniz) AB dedi' diye nitelenen 175 kuruluşun bildirisinin başına çekmişti. 175 kuruluş adına açıklamayı, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu yapmıştı. Ve, şimdi TOBB, 'Brüksel çıkartması'nda. Ve, Türkiye Milli Futbol Takımı, dünyanın öbür ucunda Japonya'da, Dünya Kupası'nda ayakta kalan dört takım arasında iki 'Avrupa takımı'ndan biri olarak, gözünü daha da yükselen çıtaya dikmiş, bekliyor. Onlar, çıta yükseldikçe, Türkiye'nin buna ulaşılabileceğini şimdiden kanıtladılar. Brüksel'deki TOBB, bunun farkında. Türkiye'yi sınırları içine kilitlemek isteyenlerin işi, bundan sonra daha zor...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |