|
|
Pasifik'ten daha derin
Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduğu günlerde İran'a gitmeyi reddeden Ahmet N. Sezer'in İran'a yaptığı resmi ziyaret hatta Hatemi ile öpüşecek kadar yakın görüntü vermesi yeterince değerlendirilmedi. Daha doğrusu gündemi esir alan Türkiye'nin kupa macerası bu ilginç gelişmenin üstüne sünger çekti. Bu durumun, zamanlama olarak bazı tepkileri absörbe etmesi açısında tarafından iyi bir fırsat olarak değerlendirildiği bile söylenebilir. Türk-İran ilişkilerinde son 20 yılda Atlantik-ötesi etkiye rağmen Atlantik'ten daha derin tarihi ilişkilerin belirleyici faktör olduğu gerçeği göz ardı edilemez. Türkiye ile İran sınırının Amerikan tarihinden daha eskilere dayanıyor olması sadece fiziki bir gerçekliğe işaret etmiyor. Bu kalıcı barış sınırı gizliden gizliye bir rekabeti engellemezken sorunları çözmede kurumsal ve hukuki altyapının oluştuğu, en azından bu sürekliliğin, dışpolitika yapıcıları arasında benzer siyasal refleksleri geliştirdiği söylenebilir. Bölge ülkelerinden herhangi biriyle Türkiye'nin bu türden diplomatik geleneği olan ilişki geliştirebildiğini söylemek çok zor. Zira hem ülkelerin devlet geleneklerinin yeni olması hem Türkiye'nin yaklaşımı bu türden bir geleneğin yeterince olgunlaşmasını engelledi. Türkiye'nin dış politikada iyice Amerikan eksenine kaydığı, adeta Ortadoğuda İsrail'den sonra Amerikan politikalarının temsilcisi ülke imajının koyulaştığı bir ortamda ABD'nin hoşlanmayacağı böylesi bir girişimi bu tarihi derinlikte aramak gerekir. Ortadoğuda İsrail-Amerikan ortaklığının üçüncü partneri durumunda olan Türkiye'nin bu ilişiklerinden bağımsız olarak İran'la diyaloga girmesi Türkiye'nin bölgedeki stratejik ve diplomatik imkanlarını gösterdiği kadar muhtemel gelişmelerin bölge dışı unsurların yönlendirdiği ideolojik tutumları aşacak boyutta olduğunun habercisi sayılmalıdır. Türkiye Amerika'nın küresel politikalarına en fazla destek veren İslam ülkesi olmasına rağmen yine ABD'nin şer üçgeni içinde gösterdiği İran'la flört etmesini muhtemel Irak operasyonu sonucu bölgede oluşacak yeni dengeler ve harita değişiklikleriyle izah edilebilir. Bu diplomatik girişim bile kendi başına Amerika'nın bölge politikalarına karşı, Türkiye'nin kendi hareket alanını açama kapasitesini göstermektedir..
AB-ABD ekseni Eğer bölge dengeleri üzerinde bir ABD-Avrupa rekabetinden bahsedilecekse Türkiye tam bu noktada Avrupa politikalarına yakınlaşmış görünüyor. Türkiye'nin çok hassas olduğu Irak'ın parçalanıp bağımsız bir Kürt devleti kurulması ihtimali planı, Ankara'yı ABD'ye rağmen stratejiler geliştirmeye zorluyor. Amerika, Kürt sorunun bir Kuzey Irak sorunu olarak ele alıyor ve şu ana kadar de facto bir durumdan siyasal meşruiyete geçemeyen Kürt devleti projesinin Irak harekatı sonrası gündeme gelmesi ihtimali Türkiye'yi bölgede derin ilişkiler geliştirmeye itiyor. Türkiye açısından yakın gelecekti bu reel tehlike İran destekli "sanal irtica tehlikesi"ni bastırmış görünüyor. Avrupa Birliği açısından ise Kürt sorunu temelde Türkiye eksenli olarak ele alınmaktadır. AB Kürt sorunun Türkiye içinde çözmeyi amaçlamaktadır. Bu da Türkiye AB ilişkilerini geren önemli bir faktör. Bir başka önemli unsurlardan biri de Kürt hareketiyle başından beri temas halinde olan ve destek veren israil'in bölgeyle kurduğu ilişkidir.. İsrail'in, Irak'ın parçalanarak bölgede belirleyici bir güç olmaktan çıkması için bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasından yana olduğu ve bu yönde her türlü desteği verdiği artık bir sır değil. Türkiye'nin bunca çapraşık ve çelişkili görünen bölge politikasını nasıl yorumlamamalı. Bir yanda Irak'ın parçalanmasını ve bağımsız bir Kürt devleti kurulması yönünde başta ABD yönetimi nezdinde kulis yapan, aktif destek veren İsrail'le stratejik işbirliği kurmak, diğer tarafta ABD'nin ambargo uyguladığı İran'la ilişkilerin geliştirilmesi. Bir yanda AB'nin Türkiye'ye yönelik izlediği Kürt politikasına karşı duyarlılık, diğer tarafta ABD'nin bölge siyasetine karşı İran kartını geliştirmeye çalışmak...
"Senin rejimin sana..."
Tüm bunların odağında bulunan İran'la Türkiye arasında ki ilişkinin karakterini anladığımız zaman bu kadar çapraşık sorunun nasıl kendine özgü yöntemlerle çözüldüğü ya da çapraşmaların örüldüğünü anlamamız kolaylaşacaktır. İran- Türkiye ilişkisi hiçbir zaman stratejik ortaklık, tam bir ittifak noktasına gelmediği gibi zaman zaman medyada şişirildiği üzere savaş noktasına varacak bir husumet noktasına da gelemez. Bu hassas dengeyi kuran tarihi derinliğin beslediği reflekstir. Düşman olmayan ama gizliden gizliye bir rekabetin de sürüp gittiği bir ilişki biçimi. Siyasal rejimler ne olursa olsun bölgenin bu iki büyük gücü arasındaki ilişkiyi en iyi tanımlayacak ifade: rekabet. Türkiye ile İran arasındaki ilişkiyi belli sınırlarda tutan bir önemli noktada siyasal rejimlerin tutumları ne olursa olsun, kamuoyunda ne türden karşı propaganda yapılırsa yapılsın ilişkileri stratejik olarak zorlayacak noktaya gelmeden "devlet"in müdahale etmesi, var olan dengeye geri dönülmesidir. Ancak bölge üzerindeki baskılar arttıkça Türkiye ve İran birbiriyle daha fazla yakınlaşmaya doğru zorlanmaktadırlar. Aslında bölgede imparatorluk çapında devlet kurabilmiş bu iki ülkenin sahip oldukları devlet deneyimleri, insan unsuru ve entelektüel birikimleri onları bölge ülkelerinden öne çıkarıyor. Bölgesel gelişmeler, küresel kuşatma iki farklı siyasal rejimlere sahip bölgenin iki tarihi gücünü ortak zeminde buluşmaya zorlamaktadır. Türkiye son girişimiyle İran'a karşı ideolojik nedenlerden kaynaklanan mesafeli tavrını bir yana bırakarak şu mesajı vermektedir: senin sistemin sana, benim sistemim bana.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |