T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Berlin'i Büyük Frederik ile gezdim

Ara sıra İstanbulseverlerin önüne düşüp kenti dolaştırdıkları için adlarını kullanacağım: İlber Ortaylı veya Murat Belge'den birinin Osmanlı sultanı giysisiyle turist rehberliği yaptığını düşünebilir misiniz? Berlin'i gezdirmesini istediğimiz Dr. Olaf Kappelt bizim için bu zahmete katlandı ve bir uçtan diğerine kente damgasını vurmuş İkinci Friedrich (Büyük Frederik) rolüne girdi. Burnu kralla karşılaştırıldığında küçük olmalı ki, Dr. Kappelt'in hafif bir plastik ayarlama yapması bile gerekti...

Berlin'in turistle kaynayan 'Unter den Linden' caddesi üzerinde, her bakımdan krala benzeyen biriyle dolaşmanın ayrı bir câzibesi var. Bütün yaptığım Dr. Kappelt'in anlattıklarını dinlemekten ibaret olduğu halde, yüzlerce ev videosu ve binlerce kare fotoğrafta yer aldım bir kaç saat içerisinde.

Programda, "Biyografi Enstitüsü'nü ziyaret" başlığını görünce ilgiyi pek kuramamıştım; kral rolüne soyunan ve bilgileri "Benim zamanımda..." veya "Büyük büyük yeğenim Heindrich zamanında..." gibi girişlerle aktaran tarih doktoru Olaf Kappelt ile kenti dolaşma sürpriziymiş o başlıkla kast edilen. Bilimadamının bizim için o kadar zahmete katlanması... Gerçekten büyük sürpriz.

Büyük Frederik (1712-1786) Berlin'e kimliğini kazandıran kral. Unter den Linden üzerinde yer alan tarihi binaların çoğu onun döneminden; bazısı kraliyet ailesinin diğer fertlerinin eseri... Birkaç bina savaştan zarar görmüş, Frederik'in kalesini ise 'komünist' iktidar 'halka daha fazla yer açmak' bahanesiyle yıkmış. Yıkılan kalenin büyük kapılarından birini yapılan güdük bir yapıya monte etmişler; o yapı üzerinde görkemli duran bir tek o kapı...

Birleşik Berlin'de en sorunlu konulardan biri yine Unter den Linden üzerinde bulunan bir bina: DDR'ın yönetildiği 'yeni saray'da her şeyi kanserojen asbestli malzemeden yapmışlar; binanın varlığını sürdürmesi bile sağlığa zararlı. Çürük bir diş gibi terk edilmiş duruyor çirkinlik âbidesi 'yeni saray'... Buna karşılık, Frederik ve ailesinin diğer fertlerinin 250 yıl önce yaptırdıkları kimi 'rokoko', kimi 'barok' binalar birer inci gibi...

Frederik, hergün saat 12'de, binanın alt katındaki köşe pencerede belirirmiş; karşıdaki –şimdi Humboldt Üniversitesi olan– sarayın önündeki muhafızların değişim saatinde... Onun o saatte pencereye çıkacağını bilen halk aşağıda belirir, ya konuşarak ya da yazdıkları kâğıdı ileterek, işi olanlar dertlerini krala sunarlarmış. Dr. Kappelt, "Ben" dedi, "Benden öncekilerden farklı olarak halkın kralıydım..." Kralın ünü ülkesi sınırlarını aşmış. Hergün evine uğradığı kızkardeşi, bir Paris gezisi sonrasında, "Ziyaret ettiğim kadınların duvarlarında hep senin resmin vardı" demiş krala... Pencereden görünme âdeti Frederik'ten sonra da devam etmiş olmalı ki, "İmparatoru görmek Berlin'i görmek demektir" sözü yaygınlaşmış...

Humboldt Üniversitesi'nin ikinci rektörü Friedrich Engels imiş... Einstein da, ABD'ye göçmeden önce, bu üniversitede ders veriyormuş. Gezerken, sırf o üniversitede gerçekleştirilen çalışmalar sayesinde tam 28 Nobel bilim ödülü alındığını da öğrenmiş oldum. 28 Nobelli üniversiteye uzaktan bakarken, bizdeki Nobel'siz üniversitelerin hâl-i pürmelâli aklıma geliverdi. Berlin'e yerleşik bir Türk, "Ülkemizdeki başörtüsü sorunu yüzünden 400'e yakın genç kız buradaki üniversitelere kayıt yaptırdı" bilgisini vermişti bir gün önce. Belki 28 Nobelli Humboldt'ta da okuyanı vardır...

Büyük Frederik Protestan olduğu halde başka dinlere hoşgörüyle bakan bir kralmış... Kendi oturduğu binanın bir köşesini teşkil ettiği geniş meydanın bir bölümünü, kilise inşa etsinler diye Katoliklere vermiş... Mimar, "Nasıl bir kilise olsun?" diye sorduğunda, mimari deneylere açık biri olduğu anlaşılan kral, misali çukulatadan vermiş olmalı ki, gerçekten 'şirin' görünümlü kilisenin biçimi 'sufle'yi andırıyor...

Kralın muhafız alayını birara Anadolu'dan getirtilmiş Müslümanlar'ın teşkil ettiğini anlattı Dr. Kappelt. Ansiklopediden kesip getirdiği temsili resimde başında sarığına kadar yeniçeri kıyafetli bir atlı var. Sayıları 1000 kadar olan bu muhafızlara "Bosniyaklar" denirmiş. Benim, "Öyleyse Bosna kökenliler" sözüme, o isme rağmen, muhafızların geniş bir coğrafyadan toplandıklarını söyleyerek itiraz etti.

Hukuka önem veren biri olduğu biliniyor kralın. Toprağını elinden aldığı köylünün, "Berlin'de hâkimler var" sözü bizde bir zamanlar okuma kitaplarına kadar girmişti. Bir Berlinli Türk, "Çocuklarımıza dindersi konusunda yaşadıklarımıza dayanarak söyleyebilirim" dedi bana; "Berlin'de bugün de hâkimler var..." Siyasi itirazların hepsini, "Bizi hukuk bağlar; elinizde hukuki belge varsa öyle gelin" diye reddetmiş mahkemeler...

O şirin Katolik Kilisesi'nin bulunduğu, karşısı Humboldt Üniversitesi olan alanda, 1933'te, Naziler, o ünlü 'kitap yakma' âyinini gerçekleştirmişler... Olayı yıllar sonra anlatırken bile utancı yüzünden okunuyordu Alman tarih doktoru mihmandarın. O olayı unutturmamak için, Almanlar, meydanın kitap yakılan yerinin altını kazarak oluşturdukları mekânın duvarlarına raflar inşa etmişler... Yukarıdaki camdan aşağıya bakıldığında kitapsız raflar görünüyor şimdi...

Berlin âdeta bir açık hava müzesi.


11 Haziran 2002
Salı
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED