|
|
Sadece MHP değil, ANAP
da AB yolundan çekilmeli!
Siyasi varlığınızı bir alana ciro ediyorsanız bunun getirileri de olur, mahrumiyetleri de. Bu, ekonomistlerin marjinal maliyet ve marjinal fayda analizi gibidir. Sözgelimi, Avrupa Birliği yanlısı politikaların sözcülüğünü ve öncülüğünü üstlenmek ANAP'a siyasi yelpazede görünür bir yer kazandırmaktadır. İktidarda bulunmanın verdiği avantajla sesini yükseltme imkanına da sahip olduğundan, bir başka partide pek anlam ifade etmeyecek AB yanlılığı, ANAP için neredeyse bir can simidi fonksiyonu üstleniyor. Bu, işin avantajlı yanı... Buna mukabil, AB'ci olmak ANAP'ı şehirli seçmen tabanına mahkum etmekte, uzak Avrupa hayali kırsal kesim ve varoşlar için fazlaca anlam ifade etmeyen tanımsız bir politikadan ibaret kalmaktadır. Bu bir kayıp ama, o kesimle aralarındaki oy alışverişinin epeyidir çift taraflı olarak kesildiği hesaba katılırsa, ANAP'ın bu kaybı göze almış olması siyaseten pek mantıksız sayılmamalıdır. AB sarkacındaki ikinci parti, MHP'dir. 3 yıllık iktidar safahatında bütün geleneksel mevzilerini akıl almaz bir bonkörlükle terkeden MHP için durum biraz farklıdır. Başörtüsü, İHL, dini eğitim, demokratikleşme vs. gibi konulurda kendisinden talep edilen bütün tavizleri veren MHP, şimdi seçim gerçeğiyle yüzleşmiş ve panikle geri dönerek, kendini atabileceği ilk mevziye kapaklanmıştır. Aktüel pozisyonlarla tanımlanacak olursa, MHP anti-AB hattında kendisi için en izah edilebilir pozisyon olan idam karşıtlığı şemsiyesinin altına sığınmıştır. Üstelik bunu da; milliyetçi bir partinin başından geçebilecek en dramatik olayların birbiri ardına yaşandığı talihsiz iktidar sürecinin ardından yapmaktadır. Şimdi, çölde vahaya ulaşmışçasına, ellerine geçen bu milliyetçilik fırsatından kana kana yudumlamaktadır. Peki, aynı frsat ellerine iktidarların ilk aylarında geçseydi yine bu yönde kullanırlar mıydı? Bu soruya, "evet" cevabı verebilmek güç zira, o günden beri en az Öcalan'ın asılması kadar önemli ve aynı ölçüye vurulduğunda MHP için onur kırıcı sayılması gereken birçok olayda böyle davranmamışlardır. Bahçeli, IMF'nin vereceği kredi karşılığı, istediği kanunların Meclis'ten geçirileceğine dair üç liderden istediği garanti belgesinin altına imza atarken hiç de 7 Haziran'daki Çankaya Zirvesi'ndeki gibi hassas değildi. MHP grubu da "15 günde 15 yasa"ya parmak kaldırıp indirirken, bugünkü kadar vatanperver görünmüyordu. MHP şimdi, idam tasarısı ile sandık arasındaki mesafeyi ölçüp biçmiş ve AB'nin hatırı için sandığa gömülmenin hiç de akıl karı olmadığı sonucuna varmıştır. AB yoluna taş döşemenin değil, tersine taş sökmenin; en azından söküyor gibi yapmanın daha avantajlı bir politika olduğunu hesaplamıştır. Bu tercihin doğal bir sonucu şehirli ve Batılı seçmenin MHP'ye destek vermeyeceğidir. MHP'nin bu kesimlerden zaten destek bulamadığı varsayılacak olursa, anti-AB mevzisine sıkı sıkıya yapışmanın hiç de mantıksız bir politika olmadığı söylenebilir. Ancak, siyasette mantık denilen şeyin sınırı ve raf ömrü nihayet seçmenin algılamasıyla sınırlıdır. Seçmen mesajı algılamayabilir ya da o mesajın sınırlarına mahkum olmadan herşeyi bir bütün olarak hatırlayabilir. Yani, bir mesajla vurgun peşinde koşarken evdeki bulguru kaybetmek de ihtimal dahilindedir. Nitekim, MHP'yle ilgili algı zenginliği düşünüldüğünde, anti-AB politikanın bu parti için güvenli bir şerit değil aksine kaygan bir zemin olduğu anlaşılacaktır. Sarkacın bir ucunda ANAP diğerinde MHP'nin, yani iki iktidar partisinin bulunması garipliktir. Ama, bundan daha garip olanı Avrupa Birliği gibi her yönüyle hayati bir konunun; başarısızdan daha başarısız bir iktidar dönemini geride bırakan iki partinin sandıktan çıkarmayı umdukları üç buçuk oy için heba ediliyor olmasıdır. Ne ANAP'ın kahramanlık postunda AB bayraktarlığı yapmaya, ne de MHP'nin böylesine bariz çifte standartlarla AB karşıtlığına hakkı vardır. Zira sanılanın aksine ne ANAP'ın müzakere yöntemi Türkiye için emniyetlidir, ne de MHP'nin tutarsız politikaları elimizi Brüksel'e karşı güçlendirmektedir. Her ikisi de gerçekte savundukları politikaların ihyasına değil, kendilerini baraj üstüne taşıyacak bir seçmen desteğine kilitlenmiş ve bu desteği elde edebilmek için her türlü oryantasyona hazır durumdadırlar. Bu kadar küçük oylarla, böylesine zayıflamış halk desteğiyle AB yolunda koşmak da, Türkiye'yi o yoldan çıkarmak da mümkün değildir. Tartışma, ülke adına karar veren iki gücün çatışması değil, göz ucuyla sandığı kollayan iki yıpranmış partinin rating kavgasına dönüşmüştür. Artık ikisi de bir kenara çekilsinler ki, AB gibi önemli bir olayı seçim oportünizmi ekseninde konuşmaktan kurtulalım.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |