|
|
Ankara, ah Ankara!
Kadıköy İmam Hatip Lisesi'nin okullarına alınmayan başörtülü öğrencileri önceki hafta sonu bir kermes düzenlemişti. Beni de sohbet için davet etmişlerdi. Orada, velilerle de görüşme imkanı buldum. Ankara'dan haber bekliyorlardı. Anlatıldığına göre MHP'liler bazı girişimlerde bulunacak, en azından öğrencilerin bu yılki sene kaybını önleyici bazı kararlar çıkmasını sağlayacaklardı. "Eğer haber olumsuz gelirse Ankara'ya yürüyeceğiz" diyordu veliler ve öğrenciler. Bana da sordular herhangi bir ümit var mı diye... Be'nın karmarakışık ortamı içinden nasıl bir ümit çıkabileceğini pek tasavvur edemedim ve kaygılarımı belirttim. Dün 4 öğrenci ve iki veliden oluşan bir grupla yürüyüş başladı Ankara'ya... Bugün bir başka grup, yarın da öğrenciler yürüyüşe geçecekler... Yani Ankara'dan beklenen haber gelmedi... Öğrenciler... O gün gördüm onları... Pırıl pırıl yüzlerinde bir türlü kaybolmayan derin bir hüznün izleri farkedilebiliyordu. Babaları, anneleri gördüm, bu yaşta çocuklarının yüreğine hüzün çökmesin diye çırpınıyorlardı. Dün yürüyüşe geçtiler... Çünkü Ankara gülmedi yüzlerine... Ben, Türkiye'nin dramının, aslında başörtüsü yasağından yola çıkılarak anlaşılabileceğini düşünüyorum. Bir yasağı, çocuklarının eğitimlerinin önünü kesmek pahasına sürdürebilen bir anlayışın hakim olduğu ülkenin başı dertten kurtulmaz bana göre. Hem öyle bir yasak ki bu, toplumun ana manevi renklerini dışlıyor, yokediyor. Öyle bir yasak ki bu, annede normal, kızında tehdit olarak görülüyor. Öyle bir yasak ki, devletle toplumun ilişkilerini torpilliyor. Öyle bir yasak ki, toplumun büyük çoğunluğu için anlamsız bulunuyor. En son İkinci Ordu Komutanı Org. Edip Başer "Ordu başörtüsü karşıtı değildir" diye açıklama yaptı. Amacı, halkın Ordu'ya ilişkin olumsuz düşüncelerini izale etmekti. Çünkü "başörtüsü karşıtlığı"ndan yola çıkıp "din karşıtlığı"na kadar suçlamalar yapılabileceği, bunun da halk nezdinde "Ordunun imajı"nı olumsuz etkileyebileceği kaygısı oluşmuştu. Bu bir hassasiyetti. 28 Şubat'tan bu yana gelişen sancılı süreçte her yasağın altında ordunun imzası var gibi sunulmuş, halkın duyguları olumsuz etkilenmişti. Ve şimdi Ordu, bazı komutanlarının attığı adımlarla, en azından başörtüsü yasağının gölgesinin Ordu'nun üstünden atılması girişiminde bulunuyordu. Bu tavır herhalde şöyle anlaşılabilirdi: "Halkımız Ordumuz'un milletimizin temel değerlerine bağlılığından kuşku duymamalı. Din de, bu temel değerlerden birisidir. Ordu'nun halkın dini ile de, giyim kuşamı ile de bir derdi olamaz. Biz milli orduyuz. Dolayısıyla halkımızın maddi-manevi renklerini taşırız." Bir Ordu komutanının bu tavrı, Ordu cenahından, başörtüsü yasağı yükünü bu milli kurumun sırtından atmak için ciddi bir adımdır. Ama Ankara'dan başka bir jeste tanık olunmuyor henüz. Başörtüsü yasağının imaj yarasını Ordu'ya ihale edenler sessiz. Başörtüsü yasakçıları da sessiz, başörtüsü yasağını kaldırma söylemiyle oy toplayanlar da sessiz. Bu görüntünün en hafif tanımlaması siyasi irade felcidir. Onun ötesinde ise, her türlü kötü niyet ve istismar ithamını akla getirmek mümkündür. MHP'ye bakıyorsunuz, Devlet Bahçeli'nin restinden geçilmiyor. ANAP'a bakıyorsunuz, Mesut Yılmaz, demokrasi adına mangalda kül bırakmıyor. DSP'ye bakıyorsunuz, genel söyleminde "inançlara saygılı laiklik" fiyakasını kullanıyor. Ama, YÖK Başkanı Gürüz'den de geçelim, başörtüsü yasağında, kendi inisiyatif alanlarında Metin Bostancıoğlu'nun dayatmasını aşamıyorlar. Ne korkunç bir pranga bu; üç partinin elini ayağını bağlıyor. Ne sırlı bir pranga ki, üç parti, kendi elini ve ayağını ona sunuyor. Ankara'nın sendromu bu. Prangayı üretip, sonra ayaklarını ve ellerini ona teslim etmek... Kendi ayaklarımıza ateş etmek ya da... Kendi kendimizle savaşmak bir başka ifade ile... Bir siyasi irade, nasıl "illa da halkın değerleri ile savaş edeceğim" diye meydana çıkar, anlamak mümkün değil. Yasak sürüyor... Türk Silahlı Kuvvetleri'ne bağlı bir komutan "Ordu başörtüsü karşıtı değildir" diye açıklama yaptı. Ama yasak sürüyor. Ama çocuklar bu yasağın mağduru olarak, okullarına giremiyor, üstelik devamsızlıktan sınıfta bırakılıyor, üstelik eğitim hayatları söndürülüyor. Demek ki Ankara'da, "başörtüsü karşıtı" bir başka irade var, hükümeti etkileyen... Kim bu veya bunlar kim? Aslında Org. Edip Başer'in açıklamasının bir oyunu bozması gerekiyor. Ordu'yu ima ederek, "bu yasağın arkasında başka güçler var, bizim gücümüz yasağı kaldırmaya yetmiyor" demek hiç kimsenin bahanesi olamaz artık... Ankara'ya toplum, kendi sorunlarını çözsün diye yetki veriyor. Toplum hayatını cendereye sokan yasaklar için bahane üretsin diye değil. Ankara'nın böyle siyasi felç ortamlarına sürüklendiği zamanlarda topluma da bir görev düşer: Aktif katılımla, Ankara'yı toplumun talepleri konusunda duyarlı hale getirmek... Kadıköy, Kartal ve Eyüp İmam Hatip Lisesi öğrenci ve velilerinin çabası, Türkiye insanının en diri yanını ortaya koyuyor. Demokratik bir duyarlılığın en tabii örneğini sergiliyor. Çünkü yukardan aşağı her dayatmaya boyun eğmek değil demokrasi, aksine, her düzenlemeyi toplum yararına dönüştürmek için interaktif katılımda bulunmak... Beş yıldan beri sürdürülen katı yasağa rağmen başörtüsü etrafında süren mücadele, böyle bir toplum duyarlılığının örneğidir, dolayısıyla, Türkiye'de demokrasinin yerleşmesinde önemli bir kilometre taşıdır. Ankara'yı yeterli demokratik duyarlılıkla donatıncaya kadar toplumsal diriliği sürdüren davranışları alkışlamak gerekiyor.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |