T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ekonomi düzelebilir mi?

Haramiler pervasız olur. AKP veya SP gibi nispeten halka yakın olmaya çalışan partileri eleştirenler, dönüp dolaşıp şunu soruyorlar: "Ekonomiyi nasıl düzelteceksiniz? Yaşanan krizi atlatmak için ne yapacaksınız? Elinizde sihirli değnek mi var?" Zımnen söylemek istedikleri aslında şudur: Biz ekonomiyi o kadar bozduk ki, siz ne kadar iyi niyetli olursanız olun, başarılı olamazsınız!

Oysa, çaresiz dert yoktur. Derdin ne olduğunu doğru tesbit edebilirsek, çareyi bulmak mesele olmaktan çıkar. Yukarıdaki eleştiride şu aşağılık tehdit gizlidir: Biz size derdin ne olduğunu tesbit ve ilan hakkı vermeyeceğiz ki! Boşa kürek çekiyorsunuz! Bazı çevrelerin şimdiden dillendirdikleri "Dört Kasım Kâbusu", işte bu tesbit ve ilan sürecinin başlangıcına delalet etmektedir.

Kendimizi ekonomiyle sınırlarsak, derdin tasvirini günlük gazetelerden rahatlıkla takip edebiliriz. Dünya gazetesinin 28 Ağustos 2002 tarihli nüshasında, İSO İkinci Büyük 500 Şirket Anketi'nin sonuçları "Şirketler kâr etmeyi unuttu" başlığıyla veriliyor. 2001 yılında, ilk 500 şirket, toplam satışlarının yüzde 1.3'ü kadar kâr etmişler; ikinci 500 şirket ise satışlarının yüzde 1.5'i kadar zarar etmiş. Her iki rakam da önemli olmakla beraber, yalnız başına bize fazla birşey söylemiyorlar. Anketteki diğer rakamları gözden geçirmemiz gerekiyor.

Büyük şirketler tefecilik yapıyor

Gene 2001 yılında, ilk 500 şirket, toplam satışlarının yüzde 8.7'si kadar; ikinci 500 şirket ise yüzde 6'sı kadar "Faaliyet dışı gelir" elde etmiş. Faaliyet dışı gelir, aşağı yukarı tamamen faiz geliri demektir. Binaenaleyh, büyük sanayi şirketlerimiz tefecilikle iştigal etmemiş olsalardı, satışlarının yüzde 1.3'ü kadar kâr elde etmek şöyle dursun, yüzde 7.4'ü kadar zarar etmiş olacaklardı. Zarar ikinci 500'de de aşağı yukarı aynı orana ulaşmaktadır. Sanayicilerimizi, imalat faaliyeti değil, finans faaliyeti kurmakta, daha doğrusu kurtarmış gözükmektedir.

Peki, nakit sermayelerini imalata değil faize yatırdıkları için sanayicilerimizi kınayabilir miyiz? Münferit olarak hayır; toplu olarak evet! Tek tek hiçbir işletmeye sermayesini nasıl kullanması gerektiğini öğretemeyiz; ayakta kalmak için, zamana göre en uygun alternatifi değerlendirmek zorundadırlar. Ama toplu olarak, bir sınıf olarak işadamlarımızı değerlendirebilir ve devletle aralarındaki kirli ilişkilerden dolayı kendilerini ayıplayabiliriz. Bunu yapmak, aynı zamanda devleti onların suç ortağı olmaktan kurtarmak anlamına geleceğinden, toplum/devlet sistemimizin bekası için özel önem taşımaktadır.

Faiz iki yanı keskin bıçak

Bir iki rakam daha verelim. İlk 500 sanayi şirketinin faaliyet dışı geliri, satış hasılatlarının yüzde 8.7'si ama, faiz giderleri de satışlarının yüzde 8.1'i tutarında. Yani ülkede faiz oranlarının (devlet-kaynaklı) yüksekliği, sanayi şirketlerini belki batmaktan kurtarıyor, fakat diğer yandan da onları batağa çekiyor. İkinci 500 şirketin durumu daha vahim. Onların faaliyet dışı geliri satışlarının yüzde 6'sı, faiz giderleri ise yüzde 8.2'si. Hülasa, faiz iki yanı keskin bıçak. Devleti bu kirli işin içinden çıkarmadıkça, ekonomiyi 'düzeltmek' mümkün değil.

Böylece birinci kareye geri döndük. Ama derdin kaynağını az çok ortaya çıkarmış olarak. Bundan öteye çareyi konuşmak daha kolay bir iş. Sadece AKP veya SP değil, bütün iktidar adaylarına kıyak olmak üzere, haftaya mümkün 'reçeteler' üzerinde duracağım. İyi pazarlar diliyorum.

Devlet tefeciliğe özendiriyor

Sanayicileri tefeciliğe özendiren kim? Devlet elbette. Niçin yapıyor bunu? Bu sütunlarda yıllarca anlatageldiğim için bu sefer cevabı size bırakıyorum. Belki şu noktayı tebarüz ettirerek, çarenin hiç de meçhul olmadığını vurgulamak daha iyi olur: Devlet, ideolojik nedenlerle arkaladığı kısır sermaye çevrelerini zoraki ayakta tutmaya çalışmakla, hem daha dinamik olabilecek küçük sermaye çevrelerinin iş ahlakını bozuyor; hem de kendisi gibi, her iki çevreyi de sonuçta takatsiz bırakıyor. Şimdi bu karmaşık cümleyi birkaç rakam yardımıyla anlaşılır kılmaya çalışalım: İktidar partilerine mensup yöneticilerin de artık açıklıkla dile getirdikleri gibi, devlet son on yılda 150 milyar dolara yakın reel faiz ödedi. Haydi rakamı üçte bir nispetinde indirelim, 100 milyar dolar! Bu para, belirli kişi veya kurumlara demesek bile, belirli bir sınıf veya zümreye ödenmiştir. Hiçbir biçimde salt ekonomik bir operasyon değildir! Ancak, şu anda "İstanbul Yaklaşımı" gibi aşağılık planların da gösterdiği gibi, bu kadar desteğe rağmen, kısır sermaye kısır kalmakta; onlara bu milyarlarca doların aktarılmasına aracılık eden banka sistemi de can çekişmektedir. Haram mal ile dünya abad olmaz imiş. Kim söylemişse bu lafı, yahşi söylemiş!


1 Eylül 2002
Pazar
 
MUSTAFA ÖZEL


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED