|
|
Ben bir sit-com böcüğüyüm
Şapşal kadınlar, şapşal erkekler, bilmiş çocuklar, süper babaanneler, korkunç yengeler, nevrotik teyzeler, feminen dayılar, meraklı komşular, nekes patronlar, kurnaz yardımcılar, hin odacılar, üçkağıtçı bakkallar, beceriksiz hırsızlar, maço türkücüler, hafif mankenler, ağır abiler... İzlediğiniz "hayat" değil; başarılı, zengin, güzel, tuttuğunu koparan kadınlarla, daha az başarılı, daha az zengin ve elbette yakışıklı erkeklerin olmayan çatışmalarla, olmayan rastlantılarla, olmayan gerilimlerle ve o gerilimi besleyen "yan unsurlar"la çerçevelenmiş öyküsü. İstisnasız herkes bir cemiyete, bir çevreye, bir sosyeteye dahil olmanın üstünlüğünü taşıyor. Herkes iyi. Herkes kötü. Herkes kurnaz. Herkes bencil. Herkes mutlulukla mutsuzluk arası bir haleti yaşıyor. Hırsla yalan söyleniyor. Düş ötesi, gülünç ve saçmalık ötesi yalanlar... Gazetelerde, dergilerde, bilboardlarda... Havada, karada, denizde... Ne diyordu Celine? Louis-Ferdinand Celine... Kısa sürede ülkede gerçek diye bir şey kalmayacak. İnsanlar, var olan azıcık gerçekten bile utanır olacaklar. Çünkü, elinizi attığınız her şey düzmece. Kentler, bulvarlar, otobüsler, trenler, uçaklar, sandaletler, reçeller, fotoğraflar, okunan, yutulan, emilen, hayran olunan, beyan edilen, yalanlanan, savunulan, uğrunda ölünen her şey yalan. Bunların hepsi kindar hayaletlerden, düzmece öykülerden ve maskaralıklardan ibaret. İnsanlar yalan söyleme ve inanma çılgınlığına uyuz kapar gibi kapılıyorlar. Zaman, "hesaplı" davranma, "saygıdeğer" görünme, imaj yapma, kahkahalardaki temiz müziği gizleme zamanı. Zaman, yalan söyleme, "mazmunlarla" yaşama, başka hiçbir şeye kalkışmama zamanı. Zaman, o steril dünya tasavvuruna tapınma zamanı. Sit-comlar bizi boğuyor. Sit-comlar bizi konforlu insanların rahat, aşktan uzak, şiirsiz dünyalarına çağırıyor. Bize, naturamızı yok ederek kendimizi nasıl gerçekleştireceğimizi öğretiyor. Ar damarımızın tamamen çatlamasını bu insanlara borçluyuz. Farklıyız evet. İnsanın kendini farklı sanmasından daha sıradan, daha olağan ne olabilir ki? Bizim farkımız, gerçekte "insan" olabilmek için gerekli "hayal gücü"nden yoksun oluşumuz ve bir "sosyal düzenleyici" olarak evlerimize soktuğumuz televizyona koşulsuz biat edişimizdir. Bize acımayın. Bize acımakla vakit kaybetmeyin. "Biz hayattaki durumumuzu dikkatle saptadık" diyordu Paul Treville, "Ne fazla mutluluğa, ne de fazla acıya yer bırakıyoruz." Kendimize güvenli ve kararlı bir yüzeysellik edindik. Zevklerimiz var ama iştahımız yok. Dimağımız var ama tadımız yok. Gülüyoruz ama pek seyrek gülümsüyoruz. Beklentilerimiz var ama umutlarımız yok. Esprilerimiz var ama mizahımız yok. Çok atağız ama hiç cesaretimiz yok. Açık sözlüyüz ama içtenliğimiz yok. Herşeyde yapaylığı seçiyoruz. Yalanı, çekiciliği, "estetik harikaları"nı güzelliğe tercih ediyoruz.Rahatlılığı da yararlılığa... Hepimiz en güzel cümlenin peşindeyiz. Güzel kurulmuş bir cümle "anlamlı" bir cümleden daha değerli bizim için.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |