|
|
Sekülerlik, uygar barbarlık
ve dünyanın geleceği (1)
Amerika'nın Irak savaşıyla ne yapmak istediği konusunda kafamız her geçen gün daha fazla karıştırılıyor. Peki, kafamızı kimler, nasıl ve niçin karıştırıyor? Daha önce de dikkat çektiğim gibi, Saint-Simon, sanayi devriminin kurucu aktörleri mühendisleri, "sanayi toplumunun papazları" olarak adlandırmıştı. Artık sanayi toplumu'nda yaşamıyoruz; sanayi-sonrası toplum'da yaşıyoruz. Kimileri, sanayi-sonrası topluma son derece yanlış ve yanıltıcı bir şekilde "bilgi toplumu" da diyorlar. Yanlış ve yanıltıcı; çünkü içinde yaşadığımız toplum, bilgi toplumu değil, "enformasyon toplumu"dur. Enformasyon, bilgi demek değildir; "malumat" demektir. (O yüzden Arapça'da, "enformasyon toplumu"nun karşılığı, "malumat toplumu.") Enformayon veya malumat, bilgi kavramının içinin boşaltılması, dolayısıyla "piçleştirilmesi"dir. Bilgi ise ilim ve hikmet kavramlarının "piçleştirilmiş" halidir. Burada bu lanet olası sözcüğü kullanmak zorunda kaldığım için çok özür diliyorum; ama bu sözcük postmodern teoride çok önemli kavramlardan biridir. Pek çok postmodern düşünür, örneğin Jean Baudrillard, postmodern toplumu, "piçleştirilmiş toplum" olarak tanımlar. Postmodern toplum, esas itibariyle, Amerikan toplumudur. Dünyanın Amerikanlaştırılması, bu anlamda, dünyanın "piçleştirilmesi"dir: Mutlak olan'la ilişkinin sıfırlanması; izafileşmenin mutlaklaştırılması (yani insanın kimliğinin maske'ler yoluyla belirsizleştirilmesi, kimliksizleştirilmesi ve tüm beşerî ve geçici hazların, tutkuların, arzuların kutsanması); seküler kültür –müzik, internet, spor ve eğlence– endüstrisi aracılığıyla her an yenileri üretilen yeni idoller, tapınma biçimleri yoluyla yaygınlaştırılan yeni-paganizm biçimlerinin meşrulaştırılması çabasıdır. Büyük tarihçi Fernand Braudel, Amerika'yı "protestanlar"ın kurduğunu ve bunların Avrupa'nın "haydut"ları olduğunu söyler. Protestanlık; insanın özgür iradesini bastırdığı, varoluş ve hareket alanını daralttığı için Avrupa'da Katolik Roma Kilisesi'ne ve kiliseden onay alarak ayakta kalabilen krallara başkaldıran –büyük ölçüde– Alman prenslerinin "kışkırttığı" protestocu din adamları ve aydınların öncülüğünde başlatılan bir hareketti. Protestanlık, tarihi boyunca ilk kez sekizinci yüzyılda Karolenj ve ardından da Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu deneyimleriyle birleşebilen Avrupa'yı tam ortasından ikiye bölmüş ve parçalamıştı. Lewis Mumford, hem Avrupa'yı paramparça ettiği ve kanlı savaşların patlak vermesine yol açtığı; hem de insanlık tarihinin en sistemli ama en barbar / soysuz / haydut ekonomik sistemi olan kapitalizmin doğmasına zemin hazırladığı için Protestanlığı, "Hıristiyanlığın piçleştirilmiş formu" olarak tanımlar. Batılılar, dünyanın yüzde seksenini sömürgeleştirirken bunu kapitalizmin mimarları (="papaz"ları) mühendisler aracığıyla gerçekleştirmişlerdi. Şimdi çağımızın "papaz"ları mühendisler değil, "gazeteciler" artık. İletişimbilimciler, 1850'lerden günümüze kadar süregelen dönemi, "enformasyon devrimi" dönemi olarak adlandırır. Ancak enformasyon toplumu, oluşumunu, büyük ölçüde Amerika'nın dünyanın geleceğini her bakımdan belirlemeye başladığı İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki süreçte tamamlamıştır. O yüzden bugün Amerika, dünya üzerindeki hegemonyasını hem medya üzerinden kuruyor, hem de medya vasıtasıyla meşrulaştırmaya çalışıyor. Medya'nın bu denli belirleyici veya yönlendirici olmadığı bir dünyada Amerikan hegemonyasının büyük sarsıntı geçireceğinden bir an bile kuşkunuz olmasın. Çünkü asıl silah, Heidegger'in deyişiyle "izleyiciye yöneltilen kamera"dır. Bu nedenledir ki, Jean Baudrillard, birinci Körfez Savaşı için "Körfez'de savaş olmadı" demişti: Yani, Körfez'de yaşanan savaş, kameraların silah olarak kullanıldığı, izleyicinin beyninin yıkandığı, savaşın ekran aracılığıyla sanallaştırılarak bir maç gibi sunulduğu, izleyicilerin kameralar aracılığıyla estetize edilen görüntülerden ve dramatizasyondan haz aldıkları "pornografik bir savaş"tı. Ekrandaki görüntüler ve dramatizasyon, izleyicileri edilgenleştirdi; ekran başına kilitledi; olup bitenleri sadece izledik. Bu göz-kamaştırıcı, baştan çıkarıcı görüntüler zihnimizi işgal etti, esir aldı ve bizi savaşa karşı yabancılaştırdı ve duyarsızlaştırdı. Yani, televizyonda estetize ve dramatize edilen Amerikan askerlerinin sanal / bilgisayar teknolojisi kullanan görüntüleri, bilinçaltımızı delik deşik etti; tüm insânî duygularımızı aşındırdı ve bize dikizlemekten başka bir şey yapamayacak bir yabancılaşma durumu yaşatarak bizi robotlaştırdı; insanlığımızı unutturdu; yani "piçleştirdi". Şu an yeni Irak savaşı da medyatik silahlarla yapılıyor: Irak'ta henüz kurşun sıkılmadı; ama medya, savaşı çoktan başlattı bile. Batılılar, dün sanayi devriminin mimarları / "papaz"ları mühendisler aracılığıyla dünyayı sömürgeleştirmişlerdi. Şimdi ise çağımızın seküler papazları gazeteciler vasıtasıyla insanın insanî duygularını bile bastıran, berheva eden; duyarsızlaştırıcı, yabancılaştırıcı, soysuzlaştırıcı ve "piçleştirici" yöntemlerle hegemonyalarını sürdürmeye çalışıyorlar. "Kafamız karıştırılıyor" derken kastettiğim şey bu işte. İncelikli, sinsi, baştan çıkarıcı yöntemlerle gerçekleştirilen barbarlaşmanın zirve noktası burası olsa gerek. Amerikalıların Irak'ta yapacakları savaşın hiçbir makul gerekçesi yok: Çağımızın papazları, Amerika'nın bölgeye demokrasi ve insan hakları getireceğinden dem vuruyorlar hâlâ: Oysa bu, soysuzlaştırma; köleleştirme ve "piçleştirme" durumunun örtbas edilmesinden, bastırılmasından ve meşrulaştırılmaya çalışılmasından başka bir şey değil. Burada sorulması gereken üç can alıcı soru var: Birincisi, insanoğlu nasıl oldu da böylesine soysuzlaştı ve barbarlaştı? İkincisi, bu durum, baştan-çıkarıcı barbar Amerikan hegemonyasının "büyüklüğü"nün mü; yoksa, artık insanlığa hak, hukuk, adalet, huzur ve barış vadedemediği için barbarlaştığının mı, yani "küçüklüğü"nün mü, dolayısıyla sonunun başlangıcı olduğunun mu göstergesi? Üçüncüsü, bu durumun böyle devam etmesi mümkün mü? Çarşamba günü devam ediyoruz...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |