|
|
Siyaset, asker, yargı
Abdullah Öcalan'ın idamdan kurtulması yolundaki hukuki düzenlemede Asker, (Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Kıvrıkoğlu) konunun kendisine sorulmamasını, çünkü kendilerinin bu konuda taraf olduğunu bildirmiş, kararı sivil iradenin vermesini istemişti. Bu, "Biz tarafız" gerekçesine de bağlı olmaksızın, doğru bir tavırdı. Çünkü demokratik sistemlerde son kararı sivil irade verirdi. Asker, Kıbrıs'la ilgili gelişmelerde de siyasetçilerin öne çıkması gerektiğini, "taviz" diye nitelenebilecek bir şey verilecekse, buna da siyasetçilerin imza atması gerektiğini bildirdi. Evet, müzakereler, görüş alış-verişleri olacaktı ama, sonuçta imzayı sivil irade atacaktı. Asker, Irak konusunda, ABD ile ilişkilerde de son kararın sivil iradeden çıkmasını istiyor, riskse riskin, başarı ise başarının altında sivil iradenin imzasının bulunması gerektiğini bildiriyor. Evet, gene müzakereler, görüş alış-verişleri olacak, ama Türkiye'nin Irak operasyonunda nerede yer alacağına, Amerika ile hangi ölçüde işbirliği yapılacağına veya yapılmayacağına dair imzayı hükümet atacak. Bütün bunlar, hadiselerdeki risk ve kamuoyunda yıpranma bedelinin hükümete fatura edilmesi gibi bir görüntü sergilese de, demokratik çerçeve itibariyle doğru yaklaşımlardır. Evet, demokratik toplumlarda savaş kararını da sivil irade verir, en riskli kararları da sivil irade alır. Çünkü sivil irade halk adına hareket eder. Şimdi gelelim, Yüksek Askeri Şûrâ kararlarındaki sivil irade payına... Burada özellikle, YAŞ'ın askerlikten ihraç ettiği kişiler konusu tartışmalara sebep oluyor. Son olarak YAŞ, 7 kişinin ihracına karar verdi. Bu kararın oluşumunda, hükümet adına Şûrâ'da yer alan Başbakan ve Milli Savunma Bakanı'nın duruşlarının asker üyelerden farklı olduğu bildiriliyor. Alınan bilgilere göre Başbakan ve M.S. Bakanı öncelikle YAŞ'ın kararlarının "yargı dışı" olmasını hukuk devleti açısından doğru bulmadıklarını, bunun değiştirilmesi gerektiğini belirtiyor ve ayrıca hem ihraç kararına katılmıyor, hem de şerh düşüyorlar. Asker üyeler de ihraçları savunuyor, açılan bazı davaların AİHM'de YAŞ'ın kararlarını onaylar biçimde sonuçlandığını ifade ediyorlar. Bir kere, uzun süreden beri Türkiye gündeminde bulunan bu konunun, YAŞ'ta makul, medeni ölçüler içinde tartışılmış olmasını sağlıklı bulmak gerekiyor. Türkiye'de genel kabul öyle oluşmuştur ki, "YAŞ'a asker ne getirirse siviller onu onaylamak zorunda, itiraz bile gerilim sebebi olur..." Yoo, böyle olmuyor, asker bir teklifi getiriyor, siviller tartışıyor, onaylıyor, onaylamıyor, ama ilişkiler de medeni ölçüler içinde sürüyor. Hoş, YAŞ'ın yapısı, belki gene de "Askerin dediği olur" biçiminde bir sonuç doğuruyor, ama sivil irade de gayet net biçimde tavır beyanında bulunuyor. Bu, Gül'ün yönetim üslubunun olumlu bir niteliği olarak görülmelidir. Şimdi burada kritik konu şu: YAŞ'ın kararlarının belli ölçüde dahi olsa, yani hiç olmazsa, kişilerin cezalandırıldığı durumlarda, yargısız infaz durumunun ortaya çıkmaması için yargı denetimine açılması... Bu konuda hukuki düzenleme için sivil iradenin belirleyiciliği... Yasa, Anayasa değişikliğini TBMM yapar. Öyleyse TBMM, hükümetin de önerileri istikametinde YAŞ'ın kararlarının yargıya açılması yönünde bir Anayasa değişikliği gerçekleştirirse, bu demokratik sistemin gereği olur. Asker, bu konuda sivil iradenin inisiyatif almasından herhangi bir rahatsızlık duymaz. Yani duymamalı. Doğrusu böyle olmalı. YAŞ'ın kararlarının kimi istisnalar dışında yargı denetimine açılması, öteden beri gündemde olan bir konu. Çünkü bu, hukuk devletinin olmazsa olmaz gereği olarak görülüyor. Bir insana, 20 yıl görev yaptığı ve o güne kadar dosyasına hiçbir olumsuz notun düşmediği bir kurumdan ihraç cezası veriyorsunuz ve bunu, hiçbir yargılama yapmadan, hiçbir savunma almadan yapıyorsunuz... Hukuk devleti mantığı bunu kabul etmez. Kaldı ki, bundan öte bir durum var. O da şu: YAŞ'ın kararlarının yargıya tâbi olmaması, dikkatle bakıldığında, sadece "Türkiye'de yargıya tâbi olmaması" biçiminde gerçekleşiyor. Evet, YAŞ, ihraç kararı verdiği insanlarla ilgili hiçbir yargı kararını aramıyor. Ama aynı konu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne götürülebiliyor, orada, konu hakkında yargılama yapılabiliyor. Bu durumda AİHM, bir tür üst mahkeme, hatta tek mahkeme niteliği arzediyor. Şu ana kadarki AİHM sürecinde karar, YAŞ'ın ihraçlarını onaylar biçimde gerçekleşti. Ve öğrenildiğine göre YAŞ'taki asker üyeler de, bunu, kararların hukukiliği yönünde gerekçe olarak kullanmışlar. Aslında burada öncelikle AİHM'nin tutumunda bir sakatlık var. Çünkü AİHM, Türkiye'de yargı süreci tükenirse devreye giriyor, YAŞ kararlarında ise yargı süreci diye bir şey yok. Aslında AİHM'nin, bu tür davalarda Türkiye'ye öncelikle sanığı yargılayın diye bir karar ulaştırması gerekirdi. İkinci konu şu: Eğer askeri kesim, AİHM'nin kararlarını YAŞ kararları için doğruluk gerekçesi olarak kullanıyorsa, bu, otomatikman, YAŞ kararlarının yargıya açılmasını da onayladıkları anlamına gelir. Yalnız şöyle bir formülle: "Yargıya açılmaya evet, ama ulusal yargıya değil, uluslararası yargıya..." Buradaki sağlıksız durum gayet açıktır. Şu soru pekala sorulabilir: AİHM'den YAŞ kararlarını reddeden bir karar çıksa idi, bu, askeri kesim nezdinde nasıl karşılanacaktı? AİHM'nin evetine evet, hayırına da evet mi? Ya da uluslararası mahkemeden önce, Türkiye'de bir yargılama olsa Türkiye ne kaybeder? Sonuçta hak arayışına çıkan kendi insanımız değil mi?
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |