|
|
1960 doğumlu yönetmen Alberto Rondalli kariyerine tiyatro sahnelerinde başladı. Tiyatroya paralel olarak sinemayla da ilgilenmeye başlayan sanatçı, ilk uzun metrajlı filmini 1994'de gerçekleştirdi ve bu filmin gördüğü ilgi üzerine sinemaya devam kararı aldı. Rondalli'nin yolunun "Derviş" ile kesişmesi ise 1993'lere uzanıyor. Romanı okuyup çok etkilendiğini belirten yönetmen, üç yıl sonra da Mehmet Selimoviç'in bu ünlü eserinin film haklarını satın almış. 1997'de romanı senaryolaştıran Rondalli, uzun süre finansör aradıktan sonra da 2000 yılının Ekim-Kasım aylarında Türkiye'deki sekiz haftalık bir çekim serüveniyle "Derviş"i beyazperdeye taşımış. Geçtiğimiz yıl ilk olarak İtalya'da gösterilen ve belirgin bir ilgiyle karşılanan Derviş, şu an Türkiye'de 4 farklı kentteki 16 sinemada gösterimde. Önce filmi izledik, ardından da Rondalli ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Ancak, geleneksel Türk konukseverliğine uyarak, ilk sözü yönetmene veriyoruz. Filme ilişkin değerlendirmelerimiz ise önümüzdeki günlerde yine bu sayfada yer alacak.
SÖYLEŞİ: ALİ MURAT GÜVEN
Aslında bu filmi 11 Eylül trajedisinden çok önce, 2000 yılı sonbaharında çektim. Fakat, yine de sizin vurguladığınıza benzer bir sonucu oldu "Derviş"in. Film, Batı'da bugün tasavvur edilen İslâm'dan başka bir İslâm daha olduğunu gösterdi Avrupalı izleyicilere. Yani, yola çıkarken böyle bir amacım yoktu, ama sonunda böyle pozitif bir gelişime de hizmet etti Derviş. Osmanlı Devleti, biz Türkler için, günahıyla sevabıyla onur duyulan zengin bir geçmişin temsilcisi. Filmdeki Osmanlı yöneticileri Türk izleyicisinin kabul edemeyeceği kadar despot. Derviş'te yansıttığınız Osmanlı'nın tarihsel açıdan doğru bir Osmanlı olduğuna inanıyor musunuz? Bu önemli bir soru. Filme karşı oluşabilecek kimi önyargıları da bu vesileyle yanıtlamak isterim. Derviş'in yazarı Mehmet Selimoviç Bosnalı bir Müslüman ve romanında da Osmanlı yönetimini yalnızca bir metafor olarak kullanıyor. Roman 1966'da, yani Tito Yugoslavya'sında yazılmış ve Selimoviç öyküyü Osmanlı topraklarına taşırken, gerçekte kendi yaşadığı komünist rejimin baskıcı, mutlakiyetçi atmosferini yansıtmak istemiş. Bunu o tarihlerde açıkça belirtemezdi elbette, bu yüzden de romanında -büyük ölçüde çaresizlikten dolayı- Osmanlı'yı komünist Yugoslavya'nın tersyüz edilmiş bir görüntüsü olarak kullandı. Fakat, yazarı yakından tanımayan ve romanı da okumayanlar için, bu kolaylıkla yanlış taraflara çekilebilecek bir metafor. Bu bakımdan, "Derviş" projesindeki iyi niyetinize peşinen inanarak, filmin Türk izleyicileri tarafından doğru okunması gerektiğini hatırlatmak istedim. O halde, ben de yaptığınız bu açılıma somut bir katkıda bulunayım. Selimoviç'in kitabında olaylar Osmanlı yönetimindeki Bosna'da geçiyor. Ve Osmanlı despotizmi de eserde aslında çok daha yoğun biçimde vurgulanıyor, ben senaryolaştırırken bir hayli yumuşattım. Benim bu filmdeki temel derdim, Osmanlı Devleti gibi karmaşık ve devâsâ bir yapı üzerine tarihsel bir yargıda bulunmak da değildi. Zaten bu öykünün Osmanlı topraklarında geçmesi de bir bahane. Burada sadece varoluşa karşı iktidar olgusu irdeleniyor. Kısmen Türkler'den oluşan bir teknik ekiple çalıştınız. Muhataplarınız oluşturmaya çalıştığınız dili lâyıkıyla anladılar mı? Çoğunlukla sorunsuz anlaştık. İtalyan teknik ekibin içinde yıllarını sinemaya vermiş, artık eski heyecanlarını yitirmiş, -ki biz İtalya'da bu tür kaşarlanmış sinemacılara "Romalı" deriz- olayı salt bir "iş" olarak gören çok kıdemli isimler vardı. Onlar bile setteki Türk meslektaşlarının heyecanını gördükçe yavaş yavaş havaya girdiler. Genelde Müslüman toplumlar, özelde de Türk izleyicisi biraz naif, çocukça, ama iyi niyetli bir yaklaşımla, İslâmi temalar içeren bir filmin sanatçılarının bir süre sonra 'Müslüman olduğunu' varsayar. Geçmişte, 'Çağrı'da rol aldığı için uzun bir süre Anthony Quinn'i de hayâl dünyamızda Müslüman yapmıştık. Şimdi size en kritik soruyu soruyorum: "Derviş"ten sonra Müslüman oldunuz mu? (Kahkahalarla gülüyor) Hayır, hâlâ inandığım dindeyim. Ama doğrusunu söylemek gerekirse, bu filmin 6-7 yıla yayılan yapım serüveni sırasında İslâm dini ve sufizme ilişkin inanılmaz şeyler öğrendim. Bunu da çok ciddi bir kültürel kazanım olarak görüyorum. Öyle olsun, farkındaysanız size Türkiye'nin yeni kültür kahramanlarından biri olma şansını tanıdık, ama siz bu büyük fırsatı teptiniz! (Gülmeye devam ederek) Verdiğiniz fırsatın farkındayım, ama şimdi "Müslüman oldum" demek çok yüzsüz bir davranış olur doğrusu. Hattâ bunu destekler nitelikte bir anım var. Filmin İtalya'daki galasında bir Arap gazeteci yanıma geldi ve şunu sordu: "İslâmiyet'in çağrısı ezan, bu filmi çektikten sonra kulağınıza şimdi nasıl geliyor? Ezan sesi mi daha hoş, çan sesi mi?" Durup düşündüm ve ona şunu söyledim: "İtalya'dayken çan sesi güzel, Türkiye'deyken ise ezan sesi. Ama İstanbul hepsinden daha güzel. Çünkü orada hem ezan sesi, hem çan sesi birlikte duyuluyor." Siz aslında diplomat olmalıymışsınız.
(Yine gülüyor) Yok, gerçekten samimi duygularımı ifade ediyordum. Bence bütün dünya tıpkı İstanbul gibi bir yer olmalı. Herkesin kardeşçe birarada yaşadığı bir kent burası.
|
|
|