|
|
'Toplum mühendisleri'nin modası geçer ama milletin asla!..
Türkiye, 50 küsur yıldır kesintilerle de olsa sürdürdüğü demokrasi mücadelesinde çok önemli deneyimler yaşadı. Bu süreçte belki çok acılara da maruz kaldı ama rota hep demokrasiden yana oldu. Şimdi geriye dönüp baktığımızda, 1960'da Menderes ve arkadaşlarına reva görülen o büyük "utancı" yüreğimiz burkularak hatırlıyoruz. Biliyoruz ki, dünya durdukça "başbakanını asmış bir ülke" olma ayıbını bir yafta gibi üzerimizde taşıyacağız. Elbette, bütün demokratik dünyada olduğu gibi Türkiye'de de demokrasinin bir "bedel"i olacaktı ve oldu. Ancak neredeyse her on yılda bir ödemek zorunda kaldığımız ağır bedelleri kabullenmek de mümkün değil. 1950'den bu yana Türk demokrasisi zaman zaman ara istasyonlarda bir süre beklemek ve kesintiye uğramak zorunda kaldı. Özgür millet iradesinin hilafına yapılan bütün müdahaleler sonucunda, milletin yönü hiçbir şekilde müdahaleyi yapanların istikametinde olmadı. Gerek 1960 ve 12 Eylül'de gerekse 28 Şubat'ta yapılan müdahalelerin bedelini demokrasi çok ağır ödedi. Ama her seferinde "millet iradesi", demokrasi dışı "mühendislik projeleri"ni dikkate almadan kendi yoluna devam etti. Hem de ezici bir çoğunlukla... Özellikle, "12 Eylül" ve "28 Şubat" iyi analiz edildiğinde, Türkiye'ye demokrasi dışı bir rol biçmeye çalışanların aslında büyük hayal kırıklıkları yaşadıklarını görmek mümkün. Çünkü her iki girişimin sonrasında "demokrasi cephesi"nin arkasındaki rüzgar daha da güçlenmiştir. Örneğin 12 Eylül, Turgut Özal'ı Türkiye'nin tepesine taşıyan "toplumsal hafıza"daki demokratik dinamikleri hiçbir zaman yok edememiştir. Demokrasinin "ara istasyonlar"da en çok tahribata uğradığı dönem belki de 28 Şubat "post modern darbesi" oldu. Çünkü, siyasetin zemini en çok bu dönemde tahrip oldu. Son beş yıllık süreçte toplumda hakim olan yaygın kanaat, artık siyasetin bir daha kolay kolay ayağa kalkamayacağı ve "vesayet" sisteminin daha uzun yıllar süreceği yönündeydi. Gerçekten de bu tahribatın etkileri daha uzun yıllar sürecek. Bütün bu demokrasi dışı girişimler için belki de yapılabilecek en önemli tesbit, millet iradesinin demokrasi rotasını hiçbir şekilde değiştirememiş olmasıdır. Açıkçası millet, gerek 12 Eylül'de gerekse 28 Şubat'ta kendisi için biçilen elbiseye itibar etmemiştir. 3 Kasım seçimlerine adım adım yaklaşırken, millet iradesinin yöneldiği "Tayyip Erdoğan adresi", Türkiye'yi demokrasi rotasından döndürmenin hiç de kolay olmadığını çok açık biçimde ortaya koymaktadır. Şimdi geriye dönüp baktığımızda, 12 Eylül'ün ardından "Özal rüzgarı"nın estiğini, 28 Şubat'ın altında kalan siyasetin küllerinden de "Erdoğan gerçeği"nin yükseldiğini görmek mümkün. Galiba yaşanan bütün acılara ve kırıklıklara rağmen, bu millet ne yapacağını çok iyi biliyor.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |