|
|
İyi bir ülkücü bu durumda ne yapar?
Türkiye, karşıtlıkları ve çatışmaları kurumsallaştıran (derinleştiren) bir ülke olduğu için, "şehid anaları" edebiyatı para ediyor hâlâ. Kimden sözediyorum? MHP'den, dolayısıyla Devlet Bahçeli'den. Hayır, elbette anlıyorum şehid analarının infialini; benim itirazım, buradan türeyen siyasete. Ki, MHP "Apo'yu asma" ve "başörtüsüne mutlak çözüm" vaadiyle iktidara gelmiş, başörtüsünü "nev-i şahsına münhasır" bir çözüme bağlarken, Apo'yla ilgili kararı da (nedense) hasıraltı etmiş, yani "Bakanlar Kurulu"nun inhisarına bırakmıştı. Önceki gün Bahçeli'yi dinledim. MHP dışındaki partileri PKK'ya destek olmakla suçluyordu. Ortaklarına da örtük biçimde laf gönderiyordu Apo'yu idamdan kurtaran yasa değişikliğine imza attıkları için. MHP bütün seçim stratejisini, anlaşılan, şehid anaları ve Apo üzerinden yürütecek. Bunun getirisi, mevcut şeraitte, ne yazık ki çok yüksek. MHP, idam kararını Bakanlar Kurulu'nun inhisarına bırakarak "PKK düşmanlığı", IMF patentli teslim anlaşmalarına imza atarak "milliyetçilik" yapıyor. Bunu da çok sofistike yapıyor. Çok değil, bundan iki buçuk yıl kadar önce Devlet Bahçeli, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Apo'yla ilgili "bekleme kararı"na, kendince şerh koyarak "evet" demiş, ülkücü camianın tepkisini çekmişti. ATP Genel Başkanı "mahdum" Türkeş, örneğin, "Babamın kemikleri sızlıyor" diyordu. Bülent Yahnici'ye göre sıkıntı yoktu. Ama Devlet Bakanı Abdülhaluk Çay "Bu kararla (infazın dondurulmasıyla) Türkiye'nin egemenlik haklarından vazgeçmiş sayılacağını" açıklıyordu. Peki meslektaşımız, üstadımız Nazif Okumuş ne diyordu? Nazif Okumuş "öncelikle Türkiye'nin üniter yapısını düşünen bir yapıya sahip olduğu" için, idam hükmünün "ileride kullanılmak üzere" (Ne kadar ileride mesela?) Başbakanlık tarafından hin-i hacette saklı tutulmasını "arkadaşlar olarak" makul karşıladıklarını bildiriyordu. "Salkım Hanımın Taneleri"nden sabık Ahmet Çakar öfkeliydi. Osman Durmuş ise mütemadiyen terliyordu. Kararı "arkadaşlar olarak" makul karşılamayan MHP Genel Başkan Yardımcısı Şevkat Çetin "arkadaşlar olarak" ancak üzüntülerini belirtiyordu. Bahçeli'ye göre "Ülkücünün kızgınlığı 24 saatti... İyi bir ülkücü kin ve nefret beslemez"di... Medyaya göre ise Bahçeli "sorumlu devlet adamı gibi" davranmıştı. Hem idam kararını "bilinmeyen" bir geleceğe ertelemiş, hem de telafisi imkansız bir yanlışın önüne geçmişti. Örneğin Ertuğrul Özkök şunları yazıyordu: "Tarihi karara 'MHP damgasını' vurdu. En azından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bekleme kararını, şarta bağlamayı başardı. Ayrıca yağlı ipi, Öcalan'ın boynundan çıkarttırmadı. Tam aksine onu, Öcalan'ın başı üzerinde sallanan bir sarkaç bıçağa çevirdi. Öcalan veya PKK başını kaldırdığı anda, kafası uçabilir. Ama bunu yaparken, Türkiye'ye Avrupa Birliği yolunu kapatacak bir yanlışı da yapmadı..." Türkiye'ye Avrupa Birliği yolunu kapatmayan "sorumlu devlet adamı" Devlet Bahçeli, bu "sorumluluğunu" 312. madde, başörtüsü meselesi ve ifade özgürlüğü konularında ne yazık ki hatırlamadı. İyi bir ülkücü "Bak asarım ha!" tehdidinin "hukuk devleti" normlarıyla bağdaşmadığını çözemeyebilir, mazurdur. Ama "iyi bir ülkücü", elinde fırsat varken yapmadığı işin sorumluluğunu başkalarına yıkmaz. Hele bunu "seçim malzemesi"ne hiç dönüştürmez. O zaman şu soruyu sorarlar adama: Halktan yeniden "Apo'yu asma yetkisi" istiyorsunuz. Niçin iktidar gücünüzü kullanarak bu infazı gerçekleştirmediniz?
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |