|
|
Godot'yu beklerken…
Kemal Derviş'in dün erken saatlerde gelen istifasıyla siyaset biraz daha ısındı. Ama bugün niyetimiz sıcak siyaseti ve ihtimalleri yazmak değil. Biz de herkes gibi Godot'yu bekler gibi Derviş'i beklemeye yatalım ve ülke olarak içinde bulunduğumuz siyasi ruh hali üzerine biraz kalem oynatalım. Düşünsel bir "fetret devri" mi yaşıyoruz? "Siyasetin ve düşüncenin sıfır noktası" deyimini bu sütunda sıkça kullanıyoruz. Toplumun referans olmaktan çıktığı, siyasete öfkenin siyasileştiği, devlet içine hapsolmuş siyasete bakarak kaynağı belli olmayan, ilkeleri rafa kaldıran bir "değişim söylemi"nin her yanı kuşattığı bir dönem için "fetret devri" deyişi belki daha uygun. Fetret ya da çözülme bizim aşina olduğumuz hallerdendir. Çünkü bu toprakların insanları "faydacı, ataerkil ve toplum tasavvuruna sahip olmayan bir siyasi kültür"e sahiptir. Eksik demokrasi ve eksik modernleşme uygulamaları, bu topraklarda krizleri doğal hal buymuşcasına kronikleştirmiştir. Çünkü dış ve iç değişim dalgaları, hemen her sefer donuk siyasi, ekonomik, toplumsal yapılar üzerinde ağır "travmatik etki"ler yaratır. Ve bu travmalar çerçevesinde Türk toplumsal yapısı kendisini bütünleşerek değil, yırtılarak üretir. Her travma, her yırtılma, devlete endeksli, onun kontroluna yönelik dar siyaset algısını biraz daha beslemiş, toplum fikrini biraz daha yok etmiştir. Bugünlerde tüm değişim görüntülerine rağmen, seçim kararına, AB uyum yasalarının çıkmış olmasına rağmen, bu travmaların en esaslarından birisi yaşanıyor. Bu travma her kesimi bir yana savurduğu, çatışmaları iyice azdırdığı, "içi boş ve aktörsüz değişim söylemi"ni putlaştırdığı oranda, değişim ruhuna aykırı bir ortak payda üretiyor. Bu ortak payda, siyaset marjinalleşmesi, toplumun yerini milletin alması üzerine kurulu, gözünü, ufkunu, umudunu dış dinamiklere çevirmiş zavallı, ancak zavallı olduğu oranda tehlikeli bir ruh halidir. Acizlik ve ataerkil kültürün birlikte beslediği, bu "toplumsuz ve siyasetsiz yenilenme mitosu", kısacası "bu "dış dinamik çeşitlemeleri" ne yazık ki, ülkeye egemen zihniyetin özünü oluşturuyor. Bu zihniyet, bugün başta yerel kimlik olmak üzere, çeşitli kimliklerin yaşadığı yırtılmanın en önemli unsuru. Yırtılma ise iki yönlü; hem her bir aktörün zihniyetine ilişkin, hem toplumsal kesimlerin kendi içlerine ilişkin. İlk yırtılma, aktörün kendisini, "olan"ın dışına itip "bir bilinmeyen"in itici güç olduğu komplo teorilerine yaslanmasıyla, bunu yaparken kendisini ve ait olduğu kültürel duyarlılığı yok saymasıyla ilgili. Komplo teorilerinin bu ülkede özellikle derin sağ ve solda rağbet görmesinin de, bu teorilerin tarihi milletler kavgası ve ittifakına indirgeyen, iç dinamikleri ve toplumu dışlayan millet fikrinin doğal uzantısı olmasıyla yakından ilişkili olduğunu iyi bilmek gerek. Nitekim ikinci yırtılma, "çoğulcu bir yerelleşme ya da siyaset" yerine "çoğunlukçu bir yerel fikir ya da siyasetin"in yeniden doğmasıyla, çok parçalı toplum yerine tek parçalı millet kavramının sağda ve solda ideolojik bohçalardan tekrar çıkarılmasıyla ilgili. Bu ikinci yırtılma ya Batı'ya yaklaşırken Batı fobisinin artması sonucu "komplo teorilerine dayanan ve aczden doğan sembolik bir milliyetçilik" üretiyor. Ya da "toplumu yok sayan, Batı'yı kişileştiren ve kuru bir Batıcılık"ı besliyor. Ve tüm bunlar, taraflar tersini söylese de, siyasetten yola çıksa da, siyasetin değişme adına sterilleştirilmesine ve devletleştirilmesine destek sağlıyor… Bu arada hem içerideki bilinen Godot'yu, hem ülke dış dinamiklerde gizli Godot'yu beklemeye devam ediyor…
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |