![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
||
![]() |
“ Türkiye'nin birikimi... ” |
![]() |
![]() |
|
![]() |
AB, asker ve ErbakanAsker, AB'ye mesafeli yaklaşıyor. Eleştirileri, görünen planda "ülke bütünlüğü" ve "laik düzenin korunması" noktasında toplanıyor. Ama biraz daha yakından bakıldığında AB'ye rezervin daha medeniyet planına ulaşan boyutları olduğu görünüyor. Bu, en azından Avrupa'nın Türkiye'ye yaklaşımında "Hristiyanlık" boyutunun öne çıktığı algılamasına paralel olarak gelişen bir rezerv. Harp Akademileri Komutanlığı'nda düzenlenen sempozyumda Silahlı Kuvvetler Akademisi Komutanı Tuğgeneral Halil Şimşek'in kendi adına yaptığını ifade ettiği konuşmada AB'nin bir "Hristiyan Klübü" olduğuna dair görüş bu açıdan önemli. Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Nahit Şenoğul'un Türkiye'nin Avrupa'ya mahkûm olmadığını ifade sadedinde seslendirdiği "Çağdaş uygarlık demek sadece Avrupa demek değildir." sözü, bu çerçevede değerlendirilmelidir. Bunlardan, askerin değerlendirmelerinin en azından bir noktasında "farklı bir medeniyet şuuru"nun saklı bulunduğunu anlıyoruz. Askerin bu yaklaşımının, AB ile bütünleşme noktasında daha önce "muhafazakâr" camia tarafından seslendirilen değrlendirmelere yakın olduğu görülüyor. Zaten bu farklı çevrelerin de dikkatini çekmiş bulunuyor. AB'nin bir "Hristiyan klübü" olduğu düşüncesi de, "Türkiye'nin Avrupa dışında medeniyet alternatfleri bulunduğu" tezi de daha önce RP çizgisinin imzasını attığı hususlardır. Şimdi RP çizgisinde yeniden yapılanan FP, bu düşünceleri seslendirmiyor. FP'nin temsil ettiği camiada da, içinden geçilen 28 Şubat sürecinin özgürlükler alanında yaşattığı hapishane ortamı sebebiyle, AB'ye yönelik rezervlerini, muhtemel özgürlük açılımları ümidiyle askıya almış durumdalar. Ama, gerek FP camiasının özgürlük talebi ile kaldırdığı rezerv, gerekse, askerin "AB'ye girişi jeopolitik ve jeostratejik bir zaruret" olarak algılaması, bu yaklaşımların öz olarak da anlamsız olduğu sonucuna mı götürmeli, sorusu, bize göre önem taşıyor. AB'nin bir "Hristiyan Klübü" olduğu düşüncesi, en azından Avrupa'nın bir kısım odaklarında yaşamaya devam ediyor, bir. Türkiye'nin "Avrupa'dan ayrı bir çağdaş uygarlık alternatifinin bulunması", onun AB'ye mahkûmiyet tıkanmasından kurtarır, iki. Peki ama, AB'yi bir "Hristiyan Klübü" olarak gördüğünde ve yeni bir alternatif aradığında Türkiye'nin önünde böyle alanlar var mı? İşte burada gerçekten sağlıklı değerlendirmeler yapmak gerekiyor. "Alternatif yok" demek, Türkiye gibi bir ülkeye haksızlık gibi geliyor bana, ama "var" demek için de çok sağlam malzemeler olması gerektiği açık. "Eksen Ülkeler- Gelişen Dünyada ABD Politikalarının Yeni Hatları" isimli kitapta, Alan Makovsky imzasıyla yapılmış bir değerlendirme var. Makovsky, Musevi asıllı bir analizci... Dolayısıyla değerlendirmelerini, hem Amerika hem İsrail ekseninden iki uçlu olarak okumak mümkün. Makovsky, Amerika açısından Türkiye'nin eksen olma özelliğini tahlil ediyor ve "ABD'nin politika yapımcıları Türkiye'yi gayrı menkul kıymeti ile değerlendirme eğilimindedir" diyor ve "Türkiye'nin ABD'nin bir başka ülkeye yönelik politikasının fonksiyonu" olduğunu söylüyor. Irak'a, İran'a, Sovyetler'e... yönelik politikaların fonksiyonu... Makovsky'ye göre "Türkiye, yıllar boyunca ofis müdürü ya da ara sıra bakan yardımcısının asistanı düzeyinden yukarıda birinin dikkatine mazhar olmamıştır." Yine Makovsky, "Türkiye'nin bölgesel liderliği"ni ve "örnek ihracı misyonu"nu "kuşkulu" buluyor. Makovsky, Mısır'ı bile "bölgesel liderlik" itibariyle Türkiye'den daha avantajlı buluyor. Yalnız Makovsky'nin ilgniç bir tesbiti var. Şu ifadeler ona ait: "ABD politika yapımcılarının Türkiye'yi olağan kabul etme eğiliminde olduğu, Batı'yla uyumlanmaktan başka çok fazla seçeneği olmadığını düşündükleri söylenebilir. Hiç değilse bu açıdan bakıldığında, Necmettin Erbakan'ın Başbakanlık döneminin ABD-Türkiye ilişkilerine yardımcı olduğu bile görülebilir. Türkiye yıllardır ilk defa, ABD hükümetinde sürekli üst düzey dikkatlerin odağı olmuştur, çünkü İslâmcı Başbakanın Türkiye'yi Batı yörüngesinden çıkarabileceğinden korkulmuştur. Hükümetin her dalından yüksek düzeyli bürokratlar düzenli toplantılar yapmış, Türkiye'nin İslâmcı bir yönetim altına girmesiyle ABD çıkarlarının ne olacağını değerlendirmeye çalışmışlardır.... Türkiye'ye böyle çok daha üst düzeylerde odaklanılması, sık rastlanan bir şey değildir." (s. 109, Sabah Yayınları) Şu cümleyi de nakletmeliyim Makovsky'den: "Erbakan dönemi ve o dönemin Türkiye'nin geleceği konusunda yarattığı kaygılar, politika çevrelerinde Türkiye'nin imajını yükseltmeye yaramıştır." (s. 112) Sanırım yaşanmış bir gerçekliği anlatan bu ifadeler, Türkiye'nin Batı nezdindeki özgül ağırlığının hangi şartlara bağlı olduğunu yeterince açık biçimde ortaya koymaktadır. Evet "gideceğiniz bir dünya" olmalı ve daha önemlisi, pazarlık yaptığınız çevreleri "gidebileceğinize ve gittiğinizde itibar göreceğinize" inandırabilmelisiniz. Hani yiğidi öldür, hakkını yeme, diye bir sözümüz var. Erbakan'ın, Batı karar merkezlerinde Türkiye için böyle bir açılımı gerçekleştirebilecek bir politik lider olarak görüldüğünü bu değerlendirmeler gayet açık ortaya koyuyor. Erbakan'ı tasfiye etmişiz, islâmî kesimler derin bir özgürlük daralması içine itilmişler, bunun İslâm coğrafyasında derin olumsuz yansımaları olmuş, bir bakıma, zaten yaralı olan kendi hinterlandımızı aşındırmışız, en azından ABD açısından Türkiye çantada keklik haline gelmiş, bu durumda "Çağdaş uygarlık sadece Avrupa'dan ibaret değildir" demenin, blöften öte bir ağırlığı olur mu? Kanaatimizce Türkiye'nin AB konusunda pazarlık gücünü artırabilmek için, Türkiye'nin özgür ağırlığını artırmak, bunun için de hinterland ağırlığını yeniden gözden geçirmek gerekiyor.
atasgetiren@yenisafak.com
|
![]() |
![]()
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|