Türkiye'nin birikimi... | ||
|
Cezaevleri ve tabutlar"Tabut"un soğukluğunu ilk defa geçen yıl, bacanağımın, eşi ve çocukları ile birlikte vefat ettiği trafik kazasında yakından hissettim. 5 tabut lâzımdı ve gece vakti bunu temin etmek zordu. O gece, Bolu'daki mülki yöneticilerin de ilgisiyle tabutçu bulundu, yeni tabutlar yapıldı ve sabaha yetiştirildi. Yani tabutlar için seferber olunmuştu o gece... Adalet Bakanı'nın yaptığı açıklamaya göre Türkiye çapında 41 cezaevinde bin 118 kişi sürekli açlık grevi yapıyor, 395 kişi de ölüm oruçlarını sürdürüyor. Özellikle ölüm oruçları ölüm sınırına geldi ve belli ki, her gün bir cezaevinden bir tabut çıkacak, ya da cezaevlerinden tabutlar... Karşısına oturduğunuz ekranlarda cezaevleri ile tabut görüntüleri bütünleşecek. Acaba meselâ 395 kişinin tabutunu seyretmeye, yani ölü saymaya hazır mıyız ülke olarak? Menemen'de vaktiyle 28 kişi idam edilmiş sokaklarda... 31 sehpa kurulmuş. Düşününce içiniz kararmıyor mu? 395 kişi ölüm yolculuğunda ve siz bunu biliyorsunuz... Ölümü seyrediyorsunuz... Bu soğukluğu ya da yakıcı durumu durup seyretmek tahammül edilir bir şey değil, diyorum... Ölüm orucu yapanların ve o insanları buna sevkedenlerin psikolojisini anlamaya çalışıyorum. Zor bir konu bu. Bir misyonun ölümle kanıtlanmasından öte bir duygu var burda, bir "inadına ölüm" sanki. Devlet otoritesine karşı öfkenin getirdiği ölüm. Bu duyguyu başörtüsü daralmasında gördüm pek çok kız çocuğunun gözünde. Haklılıklarına inanıyorlar, ama bu haklılılığı kabul ettiremiyorlardı. Karşılarında devlet adına hereket eden, hatta meydan okuyan, psikolojik savaş uygulayan kişiler-kurumlar vardı. Tıkanmışlardı. Bu tıkanma noktasında o çocukların pek çoğunun aklından "intihar"ı geçirdiğini, ama inançlarının buna mani olduğunu, teselli olarak duaya, Rabbin vaadlerine sığındıklarını biliyorum. Şimdi bu gençler, bir dâvânın tutkunu olarak devletle karşı karşıya geldiler ve yenilgiyi kabul etmek istemiyorlar. Ölüm, devletle karşılaşmalarında son zafer gibi görülüyor onlara... Ne yapılabilir bu durumda? Devlet, henüz başörtüsü mağdurlarını anlamadı. Orada bir dram, içten içe işliyor. Pek çok genç kızı, ailelerini yakıyor. Devlet, çocukları ve aileleri kazanmayı değil, "zafer kazanma"yı tercih etti onlar karşısında... Cezaevleri geriliminde ne yapacak devlet? Üç yol var: -Ölümlere seyirci kalmak -30-40 ölümlü bir "hayata dönüş operasyonu" daha yapmak -Ve diyalog zemini aramak... "Devlet teröristlerle pazarlık yapmaz...", "Devlet yenilgiyi kabul etmez", "Birkaç teröriste pabuç mu bırakacağız" söylemi, bu gibi durumlarda alıştığımız bir söylemdir. Bu söylemden belki devlet adına "zafer" çıkar ama, peşinden de sadece ölümler ve tabutlar çıkar. Bunca ölüm ve tabutu zafer diye nitelemek mümkünse onlara kutlu olsun bu zafer! Doğru olanı diyalogdur. Doğru olanı bu gençleri kendilerine rağmen olsa bile kurtarmaktır. Kurtuluşları için ikna etmektir. Düşüncelerinin bir kırıntısı paylaşılmasa bile ikna etmektir. Bir "devlet becerisi"nden söz etmek mümkünse, işte budur. Muhalefet edenin, başkaldıranın öfke ile burnunu sürtmek, sonra da "devlete toslayanın akıbeti bu olur" demek değildir devlet becerisi... Sürekli toplumun bir kesimi ile kavga etmek değil, barışı egemen kılmaktır. Olay, son olarak Sayın Cumhurbaşkanı'nın gündemine girmiştir. Sayın Adalet Bakanı, olaya başından beri "ölümsüz çözüm" ekseninde yaklaşmıştır. Operasyon sırasındaki ölümler ve operasyon sonrasında F Tipi'ne sürpriz nakil bu eksende bir kırılma gibi algılanmışsa da, hâlâ diyalog zeminini besleyecek başlıca isim olarak görünmektedir. Bu noktada TBMM İnsan Hakları Komisyonu, İstanbul Barosu ve bazı kuruluşların "ölümsüz çözüm" çabaları ise bu sorunda iki taraf için de "güven verici" bir platform olarak dikkat çekmektedir. Mahkum ve tutuklu ailelerinde de çocuklarının hayatı için belirli bir diyalog çabası oluşmuş durumdadır. Öyleyse... Devlet adına, evet devlet adına bir "ölümsüz çözüm" girişimi başlatılmalı, yani sağlıklı bir diyalog adımı atılmalıdır. Meselâ, bırakın anneler-babalar girsin cezaevlerine, çocuklarını ikna etsinler. Cumhurbaşkanı Sezer devlet adına bir şefkat çağrısı yapsın... Medya, operasyonları "devlet zaferi" gibi sunmaktan, yani psikolojik savaş üslûbundan vazgeçsin. Örgütlerin geleceği mi? O gerçekten umutsuz vak'adır. İdeolojik dayanağı çökmüş bir yapılanmanın tükenişi için, toplumsal gerilimi besleyecek fiilî güç kullanımına değil, sadece zamana ihtiyaç vardır. Çelişkili gibi görünse de, cezaevinden çıkacak tabutların, örgütlerin ömrünü uzatacağını, onları daha çok terörize edeceğini düşünmek daha gerçekçidir sanıyorum.
atasgetiren@yenisafak.com
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|