|
|
Şifasız bir siyasi hastalık
DSP kurultayı Türkiye'de siyasetin icra ediliş biçimiyle ilgili bilinen çarpıklıkları herkesin gözüne soktu. 'Lider sultası' denilen yanlışlığın ne olduğunu görmek için Bülent ve Rahşan Ecevit çiftinin DSP'ye hâkim olma biçimlerine bakmak yeterli. 'Parti içi demokrasi' kavramı ülkemizde yerlerde sürünüyor; inanmıyorsanız, umutsuz olduğu bilinen bir genel başkanlık mücadelesine atılan Sema Pişkinsüt'ün uğradığı muamele sizi buna inandıracaktır. Ya söylenenlerle yapılanlar arasındaki müthiş fark: 'Demokratik sol' olma iddiasındaki DSP, kurultayı ile, 'demokrat' ve 'sol' olmadığını dışa vurmadı mı? Kenara çekilip yaşlılığın getirdiği sorunlarla uğraşması gereken bir insanı 'lider' bilip uzun yürüyüşe çıktıklarını sananlara ne demeli? Türkiye, DSP kurultayından hareketle, 'hasta bir toplum' belirtilerini iyice vermeye devam ediyor. Nüfusunun üçte ikisi 30 yaşın altındaki genç insanlardan oluşan bir ülkede, başbakanlık gibi ağır sorumluluk gerektiren bir makam, hayatının 50 yılını siyasetin içerisinde geçirmiş Bülent Ecevit'e bırakılır mı? İktidardaki bir partinin örgütü, ülke ve siyasi ortam aksini zorladığı halde, kendilerinden başka kimi kimsesi olmayan, son ekonomik krizde ülkeye zararlı hale geldikleri iyice anlaşılmış, ülkeyle birlikte DSP'lileri de fakirleştirmiş bir karı-kocanın peşinden nasıl gider? DSP kurultayının dışa vurduğu irade, sağlıklı bir siyasi yapıya sahip herhangi bir ülkede, bir iktidar partisine yansımazdı; buna hiç kuşkunuz olmasın... Garabeti sadece DSP'yle sınırlı saymak yanıltıcı olur; hemen her parti, siyasete yakın duran her kuruluş, DSP'de görülene benzer bir 'yanlışlığı' kendi özelinde sürdürüyor. ANAP buna iyi bir örnek. Hemen bütün üst düzey bürokratları gözaltına alınmış bir bakanlığın başındaki Cumhur Ersümer, eğer medya destekli kamuoyu baskısı izin verseydi, bugün hâlâ görevinin başında olacaktı. Savcılık iddianamesinin açıklandığı akşam biraraya gelen ANAP'lılar, ancak Ortaçağ'a yakışan "Kanımızın son damlasına kadar arkadaşımızı savunacağız" anlayışıyla, Ersümer'in arkasında mevzi tutmaya ant içmişlerdi çünkü. Oysa, sağlıklı bir siyasi yapıda, burna gelecek ilk pis kokuda, sadece bakanlığın başındaki kişi değil onu ısrarla yerinde tutmak isteyenler de, koltuklarını terk zorunda bırakılırlardı. Mesut Yılmaz ve kader arkadaşları ise, gerilla savaşına özgü taktiklerle vuruşmadan siyasi arenayı terk etmeye yanaşmayacaklardır. Öteki iktidar ve muhalefet partilerinden de örnekler vermek mümkün. "Millete hizmet sanatı" olarak algılanması gereken ve ancak bir 'görev aşkı' ile üstlenilecek siyaseti, ülke rantını paylaşmak, ya da nimetlerden yararlanmak için sürdürülecek bir 'meslek' olarak görenlerin, farklı davranmaları beklenemez zaten. Lider, örgüt, Meclis grubu, hatta taraftar kitle, demokrasilerdeki tanımlarına uygun değiller bizde; partiler, benzerlerine ancak Ortaçağın toplumsal yapılanmalarında rastlanabilecek birer dayanışma örgütünü andırıyorlar... Bunun mahzuru açık: Halktan kopuk icra edilen siyaset müdahalelere açık hale geliyor... Geçmişte yaşanan askerî müdahaleler, gönlümüz kabul etmese bile itiraf etmeliyiz ki, 'halksız siyaset' uygulamasının birer sonucudur. Halkı fotoğraf dışında bırakan siyaset anlayışı, halkı hesaba katan müdahaleci senaryolar karşısında yenilmeye mahkumdur. Bir süreden beri, Türkiye'nin, dışarının etkisi altına düştüğü görülüyor. Bazılarının "Türkiye'nin ehlileştirilmesi" olarak gördükleri süreç, aslında, DSP kurultayı ile gözlere sokulan siyasî çarpıklığın en doğal sonucudur. Tabansız militan parti örgütlenmesi siyasetin taze kan ihtiyacını sağlayamadığı için, 'kurtarıcı' misyonunu üstlenecek kişiler için bile dışarıya bakmak gerekiyor. Partilerden umudunu kesen halk, önüne çıkan ilk 'farklı yüze' umutla sarılabiliyor. DSP kurultayı, sadece DSP'ye özgü bir hastalığın değil, ülkeyi teslim almış siyasi akıl tutulmasının bir belirtisi... Ne diyelim: Allah şifa versin.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |