|
|
Ecevit tarikatında sona doğru...
İsminde üç sözcük var; kendisinin hiçbiriyle ilgisi yok. Ne "demokratik", ne "sol" ve ne de "modern anlamı"yla "parti"... Ve, son kurultayla, "parti" olmak için "son şans" da kaçırıldı. Bülent Ecevit'e, en olmadık zamanlarda destek vermiş olan medya dahi dün DSP başharfleriyle alay etmekten kendisini alamamıştır. Hürriyet, "Demokratik Sopalı Parti"yi yakıştırmış. Milliyet, "Demokratik mi Sol mu!" diye soru sormadan, her ikisinin de olmadığı imasıyla ve ünlem işaretiyle bir başlık atmış. Bir ünlemli başlık ise Cumhuriyet'ten: "Demokratik kongre!". Radikal'e gelince, "Ecevit demokrasisi" diye alaylı bir başlık. En çok okunan Internet sitesi Habertürk, "DSP ile MHP'nin pek farklı olmadığını" vurgulayan, hatta DSP'nin pekala "Nasyonal Sosyalist Parti" bile addedilebileceğini içeren yorumlara yer vermişti. DSP'nin kurultayından sonra ortaya çıkan bu "medya konsansüsü", çok önemli bir olguya işaret ediyor: Bülent Ecevit ve onunla birlikte DSP imajındaki önlenemez güvensizlik erozyonuna... Zaten parti adını kullanan bu "Ecevit siyasi tarikatı"nın halk nezdinde kredisi tükenmişti. Herhangi bir kamuoyu yoklamasında, DSP'nin "barajı aşmasının imkansızlığı" ayan beyan sırıtıyordu. Esasen, DSP'nin büyük ihtimalle "halka en duyarlı milletvekili" olan Sema Pişkinsüt'ün genel başkanlığa adaylığını koymasında, bu olguyu kurultayda dile getirerek dikkati çekme isteği ve DSP'yi belki de "Ecevit siyasi tarikatı" olmaktan parti haline dönüştürmek için bir "son şans"ı zorlamak arzusu yatıyordu. Ona gösterilen tepki ve yapılan muamele, DSP'nin "post-Ecevit gelecek" için "intiharı seçtiği"nin delilidir. Nitekim, Bülent Ecevit'in kurultaya ilişkin dünkü değerlendirmesindeki kayıtsızlık, bu gerçeğin altını çizmektedir. DSP, Bülent Ecevit ile varolmuştur ve Bülent Ecevit'in siyasi ya da fiziki sonu ile son bulacaktır. Arada, bu yapının "parti" olabilmesi için yapılacak her girişim, DSP'nin "varoluş gerekçeleri"ne müdahale olacağı için sonuçsuz kalmaya mahkumdur. Aksi halde, ipe sapa gelmez "tüzük nedenleri" ile, Ecevit karşısında genel başkan seçilmesi söz konusu olmayan bir Sema Pişkinsüt'e beş dakika söz vermemekte gösterilen direniş, hatta bunun için olay çıkartmak ve kaba kuvvet kullanmak; bir annenin önünde oğluna saldırmak, hem de bütün bunları canlı televizyon yayını esnasında yapmanın akla uygun bir yanı olabilir mi? Meselenin özü, Sema Pişkinsüt'ün, meşruiyet kaynağı sadece ve sadece Ecevit olan ve hiçbir ciddi fikre ve programa sahip bulunmayan DSP'nin "varoluş gerekçesi"ne müdahale etmiş olmasıdır. O müdahaleye, gayet "faşizan" bir tavırla karşı konulmuştur. "Faşizan" olmak, "Ecevit siyasi tarikatı"nın temel karakteristiğidir. Ecevit, CHP Genel Başkanı olarak 12 Eylül 1980 darbesine maruz kaldıktan sonra, sadece CHP'ye değil, CHP'lileri, yeni oluşturduğu siyasi yapının dışında ısrarla tuttu ve "üniform" ve "monolitik" bir yapı kurmak için, eşi Rahşan Ecevit ile birlikte geceli gündüzlü yıllarca çalıştı. Nasıl tarikatlarda, "kanatlar", "eğilimler" vs. olmazsa, Ecevit'in DSP'sinde de olamazdı. DSP'de "tarikat şeyhi"ne, yani Ecevit'e kayıtsız şartsız itaat edecek "siyasi müritler"e yer olabilirdi. Genel Başkan adaylığı, partilerde söz konusu olabilir. Tarikatlarda, "şeyh'e karşı şeyh olmak için" adaylık konulabilir mi ki, DSP'de bu mümkün olabilsin? Ne var ki, "son kurultay", DSP'nin, "Ecevit siyasi tarikatı" olarak "sonunun geldiği"nin ipuçlarını vermiştir. "Faşizan" ve "anti-demokratik" bir fotoğrafı ortaya çıkarttığı için değil. Böyle olduğunu zaten biliyorduk. Tersine, içinde "demokratik kıpırdanmalar"ın varolduğunu ve dolayısıyla "Ecevit siyasi tarikatı" yapısının bozulmakta olduğunu gösterdiği için... Sema Pişkinsüt'e, kendisi ve listesine aldıkları oy kullanmadığı halde 86 oy çıkmıştır. 105 delege oy kullanmamış, 35 delege ise bilerek geçersiz oy kullanmıştır. Yani, 226 delege Ecevit'e sırt çevirmiştir. Ecevit'in 1189 kayıtlı delegenin -ki, ezici çoğunluğu Ecevit tarafından bizzat "atanmış" delegelerdir- 963'ünün oyunu aldığı hesaplanırsa, bir "düzmece kurultay" delegelerinin dahi yaklaşık dörtte birinin "şeyh"e ayaklanma eğiliminde olduğu ortaya çıkar. Bu çerçevede, "Şeyh'in postnişin'i" ya da "Başbakan'ın Rasputin'i" Hüsamettin Özkan'ın da en düşük oyu elde etmiş olması dikkate değerdir ve yukarıda gözlemi doğrulamaktadır. Yani, "tarikat"ın sonu, bizzat tarikatın içinden geliyor. Seçmen nezdinde silinip süprülmüş durumda. Medya ise, artık Ecevit'e ve DSP'ye inanamaz bir ruh haleti içinde. Bu tablonun ortaya çıkmasından sonra, Kemal Derviş'in de kendi "siyasi hedefleri"ni bir kez daha gözden geçirmesi ve ağzından çıkan ve çıkacak sözlere dikkat etmesinde yarar var. İkide bir, "tarikat dışından" da olsa "Şeyh"e bağlılık ifadeleri, kendi siyasi geleceğini, onunla birlikte imzasını taşıyan programı, programla birlikte Türk ekonomisinin önündeki ayları tehlikeye atar. Zira, "dış dünya"nın, DSP kurultayından sonra, kendi partisi içinde yaprak kımıldamasına müsaade etmeyen böyle bir Başbakan'ın yönetiminde, Türkiye'nin ne kadar "demokratik" bir ülke olabileceği, "saydam" bir devlete kavuşabileceği ve bu sayede "krizleri atlatabilme yeteneği" elde edeceğinden kuşkuya düşeceği besbellidir..
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |