|
|
Bunalım sever devlet
Türk devleti bunalımsever özelliğini Osmanlı'dan devralmıştır. Osmanlı Padişahı'nın koskocaman bir mülkü vardı; ama bu mülkün kimin vatanı olduğu belli değildi. (Yalnızca şimdiki Türkiye'nin kapladığı alan Fransa artı Tunus kadar ediyor.) Osmanlı'da "devlet sınıfları" devlete, "devlet" de devlet sınıflarına aitti. Devlet ve sınıfları (müderrisler, paşalar) birbirine yetiyordu. Osmanlı mülkünde şu veya bu sebeple bulunan bütün milletlere hayat hakkı tanıyan devletti; ama devlet üzerinde o milletlerden hiçbirinin tasarruf hakkı yoktu. Bu ve buna benzer birçok sebepten dolayı bunalım, yani modern insanların adlandıracağı şekliyle 'kimlik bunalımı' Osmanlı devletinde mündemiç idi. Kavmiyet bakımından hiçbir tercihin baskın çıkmadığı apaçıktı. Âşikâr olmayan dinî pratikteki devlet tercihleriydi. Kültürel çeşitlilik üzerinde hüküm süren rakipsiz merkezî iktidar: Siyasetteki temel vasfı itibariyle Osmanlı bu son söylediğimizden başka bir şey değildi. Cumhuriyetin ilânıyla başlayan siyasi süreç bambaşka şeyler gerektiriyordu. Vatan konusunda sarih bir fikre ulaşamamış Osmanlı'nın hilâfına artık Türklerin bir karış toprağını bile kaybetme riskini göze alamayacakları bir vatanları vardı. Üstüne üstlük Türklerin bu tarihten sonra bir de Türk olma mecburiyetleri vardı. Türkiye Türklerindir demek kolaydı; ama kime Türk demek gerektiğine karar vermek hiç de kolay değildi. Cumhuriyet idaresi etnik ve demografik Müslümanlığı el altından Türklük olarak piyasaya sürdü. Konjonktür uzun yıllar boyunca millet meselesinin sarahaten tartışılıp karmaşaya kapılmadan benimsenir bir formüle bağlanmasına elvermedi. Dolayısıyla 27 sene devam eden tek parti döneminde kültürel tek tipleşme ancak sadece buz dağının su üzerinde görünen parçasına karşılık geliyordu. 1950-1960 yılları yalnızca Demokrat Parti hükümetlerinin iş başında bulunduğu yıllar değildir. Türkiye bu on yıl süresince kimlik bunalımını aşmasına yardımcı olacak unsurlar üzerinde kuluçkaya yatmış bir ülke durumundadır. Türkiye kimlik bunalımından sosyalizmi aracı kılarak ve uğradığı medeniyet değişimine bir anlam yükleyerek kurtulacak mıydı? Yoksa İslâmiyet'le irtibatını açığa çıkararak ve İslamiyet'le olan ilişkisini bir esasa bağlayarak bunalımdan arınmış bir kimlik ibraz etme yolunu mu benimseyecekti? Peş peşe yirmişer yıl Türkiye hem sosyalizm ve hem de İslâmiyet ağırlıklı politik dalgalanmalara maruz kaldı. Dalgalandı ve duruldu. Ne sosyalizm, ne İslâmiyet! Yirmi birinci asrın başında biz yine bize benziyoruz. Neden? Çünkü son Türk devleti tıpkı sondan bir önceki Osmanlı devleti gibi bunalımı seviyor. Eğer kimlik bunalımından çıkacak olursa girmek zorunda kalacağı var olma savaşından çekiniyor. Ülkemizde rant alanları sadece mali piyasalarla sınırlı değildir. Biz Türkler siyasette, bilimde, felsefede, sanatta rant alanları üretmeden rahat edemeyiz. Bulanık suda balık avlamak hoşumuza gider. Eski bir kurt olan devletimiz de puslu havayı sever.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © ALL RIGHTS RESERVED |