![]() |
![]() |
![]() |
![]()
|
![]() |
![]() |
|
![]() |
![]() ABD'nin dünya üzerinde kurduğu ve haksız, hukuksuz ve güçlü olanın varlığını sürdürebileceğini öngören "sosyal darwinizm" (="orman kanunu") anlayışına dayandığı için sarsılma emareleri gösteren hegemonyasını kaba-saba ve iki yüzlü yöntemlerle sürdürme çabası, müslüman toplumların İslam'ın imkanlarını, dinamiklerini ve anlam haritalarını yeni bir dille yeniden keşfetmelerine veya icat etmelerine yol açacak. Bize bugüne kadar çok ilkel bir masal anlattılar. Şöyle bir masaldı bu: "Batı, insanın, özgürlüğün, toplumun keşfedildiği; düşüncenin, kültürün üretildiği tek yerdir. İslam, çağımıza bir şey söyleyecek dinamizmden ve dinamiklerden yoksundur; o yüzden tarihte yaya kaldık; zaman ve tarih dışına düştük ve her şeyimizi kaybettik!" İşte on yıllardır bu tür masallarla beynimizi yıkıyorlar! Oysa tarihte yaşanan tecrübe tam tersi bir tecrübe. Bu yazıda, seküler-totaliter elitlerin kendi hegemonyalarını ve çıkarlarını meşrulaştırmak ve sürdürebilmek için uydurdukları ve eğitim kurumları, medyalar ve diğer vasıtalarla nasıl yanlış bir İslam anlayışı pompaladıklarını, bir Batılı'nın kaleminden aktaracağım. Bu Batılı'nın İslam'a, İslam medeniyetine ilişkin söyledikleri bizim bildiğimiz şeyler. Ama Umran dergisinin (tel: 0212-533 72 02) son sayısında yayımladığımız bu konuşma pek çok bakımdan önem arzediyor: Birincisi, ABD'nin terörle savaş bahanesiyle Soğuk Savaş'tan bu yana neden uzun vadede hegemonyasının önündeki en büyük engeli, yani İslam'ın yeniden tarih sahnesine kurucu bir dinamik ve aktör olarak çıkmasını önlemeyi temel strateji olarak belirlediğini gözler önüne seriyor. İkincisi, bilişim teknolojisinin devlerinden Hewlett Packard'ın Yönetim Kurulu Başkanı Carly Fiorina'ya ait bu konuşma metninin, 11 Eylül saldırısından iki hafta sonra yapılmış olması oldukça anlamlı ve dikkat çekici. Bayan Fiorina, Amerikan yönetimini üstü kapalı bir dille şöyle uyarıyor adeta: Siz, tam da bizim örnek olmamız gereken bir medeniyetle savaşıyorsunuz. Böyle bir şey hem çılgınlıktır, hem insanlığa karşı işlenen bir cinayettir. Londra'da master öğrenimi gören Rabia Kaya'nın çevirdiği konuşmasında Bayan Fiorina şunları söylüyor: "Bir zamanlar dünyada çok büyük bir medeniyet vardı. Bu medeniyet bir okyanustan diğerine, kuzey iklimlerinden tropiklere ve çöllere uzanan kıtalararası bir süper devlet yaratmayı başarmıştı. Hakimiyetinde farklı din ve etnik kökenden oluşan yüz milyonlarca insan adalet ve barış içinde bir arada yaşadı. Dillerinden biri dünyanın çoğunun evrensel dili ve yüzlerce ülkenin insanları arasında bir köprü haline geldi. Orduları birçok farklı milliyetten oluşuyordu ve daha önce hiç görülmemiş bir barış ve refah düzeyinin yaşanmasını sağladı. Ticari sınırları Latin Amerika'dan Çin'e kadar uzanıyordu. Ve bu medeniyet her şeyden çok yeni buluşlarla gelişimini sürdürdü. Mimarları yerçekimine meydan okuyan binalar dizayn ettiler. Matematikçileri bilgisayarların yapılmasını ve encryption'in (şifreleme sistemi) bulunmasını sağlayan cebir'i ve algoritma'yı yarattılar. Doktorları insan vücudunu incelediler ve birçok hastalığa çare buldular. Astronomları göğü incelediler, yıldızları adlandırdılar ve uzay araştırmaları ile uzaya yolculuğun önünü açtılar. Yazarları binlerce hikaye yarattı: Cesaret, aşk ve gizem hikayeleri. Şairleri aşk'ı yazdılar, onlardan öncekiler bunları düşünmekten bile korkarken. Diğer milliyetler düşünce'den korkarken, bu medeniyet düşünce'yi geliştirdi ve canlı tuttu. Geçmiş medeniyetlerin bilgisi sansür tarafından tehdit edilirken, bu medeniyet ilmi yaşattı ve geleceğe miras bıraktı. Evet, İslam medeniyetinden bahsediyorum: 800'lerden 1600'lere kadar hüküm suren ve Osmanlı İmparatorluğunu, Bağdat Krallığı'nı, Şam'ı, Kahire'yi ve Kanuni Sultan Süleyman gibi aydın yöneticileri içine alan İslam Medeniyeti'nden. Bizler çoğunlukla bu medeniyete olan teşekkür borcumuzun farkında olmasak da, onun hediyeleri bizim mirasımızın büyük bir parçasını oluşturuyor. Arap matematikçilerinin katkısı olmadan bugünün endüstri teknolojisi varolamazdı. Mevlana C. Rumi gibi sufi şair-filozoflar şahsiyet ve hakikat kavramlarımıza meydan okudular. Kanuni Sultan Süleyman gibi liderler ise tolerans ve sivil liderlik düşüncesine önemli katkılarda bulundular. Ve belki de Kanuni'den şöyle bir ders çıkarabiliriz: Tevarüse değil, bireysel yeteneğe dayalı bir liderlik. İçinde Hırıstiyan, Müslüman ve Yahudi geleneklerini barındıran çok çeşitli bir halkın bütün yeteneklerinden yararlanan bir liderlik anlayışı. Kültürü, kalıcılığı, farklılığı ve cesareti besleyen böyle aydın bir liderlik, 800 yıllık bir gelişim ve başarıya önderlik etti. Şu an içinde bulunduğumuz karanlık ve hassas dönemlerde, bizler kendimizi böylesine muhteşem toplum ve kurumlar inşa etmeye adamalıyız. Ve her şeyden çok, liderliğin önemi üzerine odaklanmalıyız; gözüpek, kararlı ve girişimci liderliğin". Sanırım, sadece bu metinde anlatılanlar bile, ABD'nin "siyasal İslam", "terörizmle mücadele" gibi "kendi icadı numaralar"la, "tezgah"larla İslam'ın neden yeniden tarih sahnesine çıkmasını önlemeye çalıştığını ve niçin İslam'dan, İslam medeniyeti'nden ürktüğünü gözler önüne sermeye yetiyor! İslam'ın çağımıza yepyeni bir soluk getirebilecek bir dinamizme sahip olduğunu batılılar bile görüyor ama bizim entellektüel melekeleri dumura uğramış, düşünme yetileri iflas etmiş hilkat garibesi yazar-çizer, entel-dantel esnafı göremiyor. Ama sorun değil. Az kaldı. Geliyoruz! Hem de daha güçlü bir şekilde: Hem kendi imkanlarımız ve zaaflarımızla, hem de hakim Batı kültürünün imkan ve zaaflarıyla yüzleşebilecek yepyeni, kompleksiz bir entellektüel donanım ortaya koyacak; asil, özgürleştrici, evrensel ve özne'leştirici bir heyecan ve performans vadeden öncü bir kuşakla.
|
![]() |
|
![]() |
![]() |
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |