|
|
Küresel ve ulusal deklarasyon problemleri
İtalya Başbakanı Berlusconi'nin açıklaması ile ABD'ye yapılan saldırıdan sonra 'kışkırtılmaya' çalışılan ortam küçük bir dönemeç daha aldı.. İkiz Kuleler'e ve Pentagon'a yapılan saldırılardan sonra, dünya barışı için nasıl bir yol izlenmesi gerektiği için son derece net bir harita var aslında. Terör eylemini gerçekleştirenlerin 'politik amaçları'nın ne olduğunu akılda tutmak, izlenmesi gereken yolu da aydınlatıyor. Teröristlerin, dünyada belli 'harita değişikliklerini zorlamak' üzere hareket ettikleri görülüyor açıkça. Bunun sağlanması için de ABD'yi, Huntington'un 'medeniyetler çatışması' tezini haklılaştıracak bir dizi müdahaleye zorlamaya çalıştıkları açık. İşte Berlusconi gibilerin açıklamaları, dünyayı bir yangın yerine çevirecek ve terör eylemini gerçekleştirenlerin amaçlarına zemin yaratacak bir içerik taşıyor. ABD'nin böyle bir yola girmesi, tüm dünyayı çok uzun süre acımasız bir savaş alanına çevirecektir. Çünkü böyle bir savaş, sadece belli bir ülkeye veya örgüte karşı olmayacaktır, 'küresel çapta kaynamalar'a yol açacaktır. Burada sık sık yazdığımız gibi, terörün belli 'davranış biçimleri' ile tanımlanması, teröre karşı mücadelenin de belli bir değer sistemi ile tanımlanmasını zorunlu kılıyor. Bu noktada sadece Batılı değerler değil, tüm değer sistemleri işin içine katılmak zorundadır. Aksi halde küresel çapta ortaya çıkacak hareketlilikten, tüm dünyayı içerecek bir 'pax'ın çıkması mümkün değildir. Şu ana kadar terörü tanımlayan ve ona karşı nasıl mücadele edileceğini açıklayan bir 'küresel deklarasyon' yayımlanmış olmaması, dünyada mevcut değer sistemlerinin mensuplarını karşı karşıya getiren süreçleri güçlendiriyor. Berlusconi gibilerin açıklamaları bunu kışkırtan sonuçlar doğuruyor. Oysa hem ABD, hem de dünyanın geri kalanı, değer sistemlerini değil, bunlardan türeyen 'davranış biçimleri'ni 'beyaz' ve 'kara' olarak ayırmayı başaran bir 'küresel deklarasyon'un oluşturulmasına katkıda bulunmaya çalışmalıdır. Türkiye'de ise anayasa değişiklikleri ile ilgili gündem çok yerindedir. Tüm dünyada 11 Eylül sonrasında 'siyaset'i tatil etmeye çalışan 'şahinler'e destek veren, bu desteği 28 Şubat sonrası yaşananların haklılığının bir 'sonucu' gibi sunmaya çalışan ciddi bir lobi var. Oysa terörist saldırının gerçekleştiği ilk günden beri, dünyayı gerçekçi bir şekilde gözlemleyenler, teröristlerin amaçlarının 'dünyada sertlik politikalarını kışkırtmak' olduğunu gördüler. Buna karşı, hem ABD'de hem de Avrupa'da 'güvenlik' adına 'demokrasi'nin zedelenmemesi gerektiğini söyleyen aydınlar ve politikacılar seslerini yükselttiler. Türkiye'de de bu ses ilk günden beri yükseldi. Buna karşılık, olup bitenleri siyaseti tatil etmek üzere kullanmak isteyen politikacılar ve aydınlar bakımından da maalesef 'üretken' bir arazi Türkiye. Oysa Türkiye'nin gelişen şartlar karşısında en büyük şansı 'siyaseti yeniden keşfetmek'ten geçiyor. Bu nedenle şu aşamada Türkiye'de anayasa değişiklikleri için ciddi adımlar atılıyor oluşu büyük bir çıkıştır. Fakat, siyasetin Türkiye'nin geleceği adına gerçek adımlar atabilmesi için büyük zorlukları olduğu da biliniyor. Bunların en büyüklerinden biri Hükümet. Hükümet artık 'siyaset karşıtı bir statüko' haline gelmiş bulunuyor. Birtakım milletvekillerinin bu duruma karşı bir 'deklarasyon' hazırlamış olmaları bu bakımdan çok önemli. İşin içinde birçok hesap bulunuyor olabilir. Fakat tüm bu hesapların ötesinde Türkiye'nin 'tek bir ulusal projesinin bulunmadığının' ifade edilmesi çok dikkate değer. Burada da bütün mesele, 'deklarasyon'a katılımın artması ve 'siyasi partiler ötesi bir siyasi duruş'un başlangıcı olabilmesi...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |