|
|
Bekleyin; geliyoruz!
Türkiye, yaklaşık 200 yıldan bu yana zorlu, travmatik ve belirsiz bir dönemeçten geçiyor: Yaşadığımız tecrübe, doğal bir süreç değil; topluma zoraki olarak yaşattırılan ve yenilgi psikolojisine dayalı zorlama bir dönemeç; uzun bir geçiş deneyimi. Bugüne kadar, bu deneyimi / dönemeci tanımlayabilecek, anlamlandırabilecek bir aydın, bilim adamı veya düşünür tipi yetiştirmeyi başaramadık. O yüzden ülkemizin yaşadığı bu zorlu deneyimi de, en azından aydınlanma çağı'ndan veya devrimler çağı'ndan bu yana dünyada yaşananları da anlayabilecek, anlamlandırabilecek ve Türkiye'nin önüne gelecek, ufuk ve umut vadeden gönendirici ve kapsamlı bir söylem (entelektüel, siyasi, kültürel bir "yol haritası") sunamadık. Türkiye'deki siyasi elitler de, kendilerine "aydın" denilen ama analitik ve eleştirel zihin yapısından yoksun olan (yalnızca "literati" / okumuş-yazmış olarak kala-kalan veya dona-kalan) çağımızın papazları gazetecilerle entel veya dantel "esnaf"ı da (hem tüccar/fırsat-perest, hem de "sınıf" anlamında "esnaf") böylesi bir performans ortaya koyabilecek entelektüel ve ahlaki sermayeden yoksunlar. Neden? Çünkü siyasi elitler de, çağımızın papazları gazetecilerle entel / dantel "esnaf"ı da hep konjonktürlere göre hareket ediyor ve konjonktürler Türkiye'yi ve tabii dünyayı nereye sürüklüyorsa ona göre hattı harekat belirlemekte ("el çabukluğu marifet" diyerek) bir hayli mahir davranıyorlar. O yüzden her bakımdan ve her alanda sürekli yaya-kalıyor; debelendikçe daha bir batıyoruz. Oysa konjonktür denen şey, insanı her zaman kontrpiyede bıraktıracak, yanıltacak bir şeydir. Konjonktürlerin baştan çıkarıcı, sürekli gündemde kalmayı sağlatan, entelektüel ve ahlaki sermayeyi her zaman ayaklar altına aldırtan fırsatçı, insanı şark kurnazı yapan yanıl/sa/tıcılığından kurtulamadığımız sürece, hem dünyada olup bitenleri tarihsel ve entelektüel bağlamlarına oturtarak anlayabilmek ve anlamlandırabilmek; hem de Türkiye'nin önüne ufuk ve zihin açıcı bir "yol haritası" koyabilmek son derece zordur. Oysa söyleyebilecek esaslı bir şeyleri olan insanlar konjonktürlerin ayartıcı cazibesine ve fırsatçılığına prim vermezler; veremezler. Ama sermayesi, konjonktürlerin sunduğu baştan çıkarıcı imkanlardan, geçici fırsatlardan, tüketici "haz"lardan ve bencil çıkarlardan ibaret olanlar, 11 Eylül sonrasında ABD tarafından oluşturulan konjonktüre itiraz ettikleri için İslami duyarlıklı yazarları, çevreleri (pek de yeni olmayan) 11 Eylül konjonktürünün dayatmasıyla saldırganlıklarının nesnesi yaptılar. Sermayeleri konjonktür olan Cüneyt Ülsever, Ertuğrul Özkök, Serdar Turgut gibi ahkamcılar, İslami çevreleri sığ olmakla, dünyaya (=konjonktüre) ayak uyduramamakla suçluyorlar. Bu konjonktürzedeleri ciddiye almak bile benim için bir zül aslında. Ama bu konjonktürzedelere bir şeyi öğretmenin zamanı geldi diye düşünüyorum: Türkiye'de (ve İslam dünyasının başka coğrafyalarında da) sermayeleri konjonktürler değil, ahlaki ve entelektüel donanım olan yeni bir düşünür tipi, yeni bir öncü kuşak geliyor: Bu öncü kuşak, şu an, neler yapabileceklerine dair önemli ipuçları veren ilk "çıkış"larını yapmış durumdalar. Ve önümüzdeki on yıllarda (sadece Türkiye'de ve İslam dünyasında değil; tüm dünyada) bu yeni düşünür tipinin çıkışları, ürünleri, geliştirdikleri teorik argümanlar ve söylemler konuşulacak. Sözünü ettiğim bu öncü, yeni düşünür tipi, hem İslam kültürünü, sanatını, düşüncesini yeni bir "dil"le yeniden icat edebilecek; hem de hakim Batı kültürünün, düşüncesinin ve sanatının bugüne kadar ortaya koyduğu birikimi anlamlandırabilecek kapsamlı bir entelektüel ilgi alanına sahip. Dahası, bu figür, yalnızca bir alanda uzmanlaşmakla yetinen bir figür değil. Aynı zamanda uzmanlaştığı alana / disipline komşu olan veya kendisinin komşu olarak tayin ettiği alanlara da, bir şeyler söyleyebilecek kadar vakıf olma çabası içinde olan bir figür. Bu öncü, yeni düşünür tipi'ni tanımlayan özelliklerse şunlar: Reaksiyoner değil, aksiyoner; tanımlanan değil, tanımlayan; tüketen değil, üreten; yıkıcı değil, kurucu ve kuşatıcı; nesne değil, özne; asalak değil, asalet ve şahsiyet sahibi. Öncü, yeni düşünür tipi'nin referans kaynağı ideolojiler değil, medeniyet perspektifini eksene alan İslam anlayışı. Bu yönelimin iki temel "mesele"si var: Birincisi, Hz. Adem'den bu yana ortaya konan vahyi/peygamberi birikimin mirasçısı olmak. İkincisi de, bugüne kadar ortaya konan beşeri birikimin tümüne vakıf olabilecek, bu birikimi İslam'ın anlam haritaları doğrultusunda anlamlandırıp içselleştirebilecek bir entelektüel performans ortaya koymak. Öncü, yeni düşünür tipi'nin sinerji yaratacak; İslam'ın anlam haritalarını ve anlamlandırma pratiklerini yeniden icat ederek Müslümanlar'ın tarihe ve zamana aktif bir özne olarak müdahale etmelerini, kendi kaderlerini kendilerinin belirleyebilmelerini sağlayabilecek çağdaş bir ufuk, zihin çizgisi icat etmek gibi bir kaygısı var. O yüzden Batılı veya Batıcılar'ın düştükleri yanlışlıklara düşmemelerini sağlayacak bir özgüvene sahipler. Onun için, Batı'yı saldırganlıklarının ve onaylarının nesnesi yaparak özne konumuna yerleştirmek (yani Batı'yı körü-körüne reddetmek veya herşeyi Batılı kavramlarla ve pratiklerle açıklamak) yerine, hem İslam'ı hem de Batı'yı iyi tanıyarak ama Batı'ya rağmen esaslı bir entelektüel birikim ortaya koyarak yeni bir medeniyet sıçramasının mümkün yollarının nasıl icat ve inşa edilebileceğini araştırıyorlar. Batılılar'ı ve onların karikatürleri olan Batıcılar'ı asıl ürküten yönelim bu yönelim. İslam'ın seküler ideolojilere yamanamayacak kadar dinamik, özgün ve özgürleştirici olduğunu gören Batılı hegemonlar ve karikatürleri, İslam dünyasının böylesi bir sıçrama gerçekleştirmesini önlemeye; o yüzden İslam'ı fanatizmle, terörizmle, kan emicilikle özdeşleştirerek İslam'ın kurucu bir aktör olarak yeniden tarih sahnesine çıkışını (28 Şubat türü projelerle) engellemeye çalışıyorlar. Bizim entelektüel ve ahlaki sermayeden yoksun olan konjonktürzedelerin bu hayati ve yakıcı gerçeği görebilmeleri veya hazmedebilmeleri elbette ki çok zor. O yüzden biraz daha "ekmek yemeleri", (eğer fanatiklikleri, fırsat-perestlikleri, bencillikleri gözlerini bağlamazsa) olan bitenleri görmeleri gerekiyor, anlaşılan. Not: Araştırma-Kültür Vakfı'nın (AKV) Güz Dönemi seminerleri başladı. Bu yılki seminer programları şöyle: Kur'an Araştırmaları (Şemseddin Özdemir ve Abdullah Yıldız), Edebiyatı Anlama Bilgisi (Hasanali Yıldırım), Osmanlı Tarihine Yeni Bir Bakış (Mustafa Armağan), Yakın Türk Tarihi (Cevat Özkaya), Modern Düşüncenin Oluşumu (Abdurrahman Arslan) ve benim verdiğim Uygalıklar ve Düşünce Tarihi ile İletişim Felsefesi. AKV Seminerleri'ne başvuracağınız telefon numaralarını veriyorum: 0212-533 7202 veya 0212-631 1385.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |