|
|
Onun bayrak alacak parası yok
Adı Pınar. Babası vefat etmiş. Annesi temizliğe giderek ev geçindirmeye, küçük kardeşi ile kendisini büyütmeye çalışıyor. Altıncı sınıfta okuyor. Birçok okulda olduğu gibi onun okulunda da, ders saatleri bittikten sonra öğrenciler iki saat süreyle "etüd"e kalıyor ve bu sırada öğretmenleri onlara artı katkıda bulunuyor, ödevlerini yapmalarına yardımcı oluyor. Okulun açıldığı günlerde etüde kalmak isteyen öğrencileri belirledi öğretmenler. Bunun için "13 milyon lira"lık bir katkı isteniyordu her öğrenciden. Bu şekilde toplanan paralar, çok yetersiz olan öğretmen maaşlarına ilave edilmiş olacaktı. Pınar, etüde katılmak istiyordu. Başvurdu öğretmenine, öğretmeni "13 milyon" istedi ve film koptu... Pınar şimdi annesinin ona verebileceği 13 milyon lirası olmadığı için etüde katılamıyor. Pınar bugün, muhtemelen Vali Bey'in çağrısına uyup bayrağını alarak "Cumhuriyet yürüyüşü"ne de katılamayacak. Çünkü bayrak alacak para da bulamayacak. Vali Bey, evlerine bayrak asmayanların tesbit edileceğini ifade etmiş, anlaşılan Pınar'ların kiralık gecekonduları da bayrak asılamadığı için işaretlenenler arasına girecek.
Bugün Cumhuriyet'in 78'inci kuruluş yıldönümü. Cumhuriyet Osmanlı'dan ülkeyi devralırken gerçekten perişan bir yurt vardı geride. Osmanlı zaten çözülüş sürecindeydi, üstüne bir de 1. Dünya Savaşı yıkımı, işgaller eklenince vatan tarümar olmuştu. Cumhuriyet bir silkiniş çabasıydı. Öyle olmak zorundaydı. Osmanlı'ya karşı söylem gerekli miydi, bunun tartışması ayrı, ama Cumhuriyet, sıfır noktasındaki bir ülkeyi yeniden nefes alır hale getirme, daha da ötede, zihni derinliklerinde geçmişinden büyüklükler miras almış bir toplumu yeniden büyüklüklere kavuşturma misyonu ile yüklenmeliydi. "On yılda onbeş milyon genç yarattık her yaştan" ifadeleri, bir yönüyle böyle bir misyon iddiasını ortaya koymaktaydı. Aslında her sistem için bu coşku bir atılım cevheri sayılabilirdi. Her on yılda bu ülkede dev atılımlar konuşulmalıydı. Nesiller birbirine büyüklük duygusunu miras bırakmalıydı. Liderler, birbirinden böyle bir coşkuyu devralmalıydı. Toplumla devlet, böyle bir coşkuda buluşmalı, elele bir tırmanış heyecanı yaşamalıydı.
78'inci kuruluş yıldönümünde bu ülkede kaç Pınar hikayesi yazılabilir? Hepsi gerçek, hatta gerçeğin gerçek boyutunu veremeyecek ölçeklerde kaç Pınar hikayesi? Pınar'ın annesinin yaşadığı dram, öğretmeninin yaşadığı dram, fakir öğrencilere yapılan 50 milyon liralık yardımın 10 milyon lirasını kesip okula harcayan okul müdürünün, sıvaları dökülmüş, suları akmayan, yakacağı bulunmayan okulların yaşadığı dram. Yarın Pınar dersaneye gitmek için de para bulamayacak, üniversiteyi kazanamayacak, annesine yardım etmek için temizliğe gidecek, sabahın köründe Halk Ekmek kuyruğuna girecek, hastalandığında yeşil kart alabilmek için çırpınacak ve bir gün bir banka önünde 50 milyon liralık devlet yardımını almak için beklerken yaşanan itiş-kakışta... Böyle kaç Pınar hikayesi yazılabilir? Türkiye kaç çocuğu için böyle bir akıbeti kabul edilebilir buluyor? "Açlık sınırının altında ya da biraz üstte, yoksulluk sınırında, milyonlarca insandan bahsedilen bir ülkeyiz" demek, içimizde derin bir yarayı kanatmak anlamına mı geliyor? Cumhuriyet'i şanına layık duygularla kutlamak için acaba sayıları her gün biraz daha kabaran işsizleri görmemek mi gerekiyor? Ya da "Dilerim bugün Başsbakanlık önünde bir simitçi simit tablası üzerine çıkıp kendini asmaz, bir işadamı yazarkasasını parçalamaz, bir kamyon şoförü üzerine benzin döküp intihara kalkışmaz, damlar üzerinde veya köprülerde bir intihar gösterisi olmaz" diye dua etmek mi? Milli Mücadele'den çıktığımızda ne kadar onurluyduk... 7 Düvel'e meydan okumuş ve alnımızın akıyla çıkmıştık. Lord Curzon Lozan'da "Şimdi size verdiklerimizi sağ cebime koyuyorum, yarın para istemek için geldiğinizde onları çıkarıp yeniden konuşacağız" dediğinde, belki de gülüp geçmiştik. Ama şimdi iç-dış borçlar onur kırımı halinde başımıza çöktü. Çocuklarımız bilmem kaç bin dolarlık borç yükü ile doğuyor, iktidarlar birbirine her vadesinde katlanan ve milyar dolarlarla ifade edilen borçlar bırakıyor. Borç aramaya çıkan devlet adamlarımızın "Acaba şimdi Lord Curzon'un çocukları ceplerinden ne çıkaracaklar?" diye bir kahredici kaygı taşımıyorlar mı? Bayramlar coşku ile kutlanabiliyorsa bayram değeri taşıyor. Yıldönümlerinde, ülke gerçeklerini konuşmaktan korkarak bayram yapılabilir mi? Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın "Nereyi tutsanız elinizde kalıyor" dediği bir iklimde hangi bayram coşkusu yaşanabilir? "Bir dokun bin ah işit kase-i fağfurdan" misali bugün ülke... İşi en tıkırında olanların bile ağladığı bir ülke... Pınarların neredeyse bir de büyükleri için ağlamak zorunda olduğu bir ülke... "Yarına güven" konusunda yapılan anketler büyük güvensizlik duygusunu ortaya koyuyorlar. Hepimiz biliyoruz ki bugün bin yıllık yarınlar için ümidler dile getirilecek. Osmanlı "Devlet-i ebed müddet" diye tanımlardı kendisini. Güveni öylesine sonsuzdu. Ama yaşama enerjisi tükendi ve bir kasırgada çatısı çöktü. Çünkü sosyal hadiselerin de kanuniyetleri var. Devletlerin veya sosyal sistemlerin ömrü de o kanuniyetlerle ilgili. Yaşamanın sırrını bulmak, onu içselleştirmek ve hep bu enerjiyi yenilemek gerekli. Belki bunun ilk şartı, Pınar'ların, yani ülkenin çocuklarının gözlerinde hep bir pırıltı, hep bir yaşanan hayatı anlamlı ve yaşanabilir bulma, hep bir yarına güven, hep bir yürekte sevinç dolaşmasıdır. Pınar etüd parasını veremiyor, Pınar bugün bayrak taşıyamayacak... Belki Pınar bugün delinmiş, su çeken ayakkabısını, ya da evde hasta yatan kardeşini düşünecek. Bence bugün, üzerlerinde bu ülkenin sorumluluğunu taşıyan her insan, coşkulu nutuk atmak yerine bu konu üzerinde beyin patlatmalı... Yarın bir Pınar'ın gözlerini aydınlatmak, bugün bin saat konuşmaktan daha iyidir.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |