|
|
Bir fotoğraf...
"O fotoğrafa baktıkça Adnan Menderes'in omuzlarına binen kederi ve yüz adalelerini çarpıtan derin utancı daha iyi sezebiliyorum. Ve bir kez daha anlıyorum ki, bu utanç ona değil, demokratik sürecini üç darbeyle yaralayan bizlere ait." diyen Zülfü Livaneli de 1950 sürecini "karşı devrim" olarak niteleyenler kervanına katılmış. Engin Ardıç'tan istihbar ettim. Daha önce bu yönde bir yazısına, bir beyanına rastlamadığım için de şaşırdım... Üzülmedim, hayır. Şaşırdım. Biraz da öfkelendim. Adnan Menderes ve arkadaşlarını astıranlar da, bu hesapla, karşı devrim sürecini sona erdiren "hakiki halk devrimcileri" oluyor, öyle mi? İrade-i milliye rağmına devrim... Yıllarca, "darbe" gerekçesi olarak, "ekonomi bozulmuş, demokrasi treni rayından çıkmıştı" iddiaları öne sürüldü. Livaneli bilmeyebilir, Türkiye Cumhuriyeti'nin görüp göreceği en yüksek kalkınma hızı (yüzde 13'le), DP döneminde gerçekleşmişti. Hem sınai yatırıma ağırlık verilmiş, hem de tarım girdisi ve ihracatında önemli artışlar kaydedilmişti. Tevfik Çavdar'ın araştırmasına göre, 1948 yılında Türkiye'de traktör sayısı 1.750 idi. Bu sayı 1952'de 13 bin 450'ye, 1955'te 31 bin 200'e yükselmişti. Ayrıca ülkenin en ücra köşesine yollar yapılmış, üretici çoğunluğa pazar kapıları açılmıştı. "Demokrasi treni rayından çıkmıştı" iddiası ise hepten gülünç. DP elbette sütten çıkma ak kaşık değildi, "sahih" bir demokratikleşme programıyla da gelmiyordu; ama 27 yıllık bürokrat istibdadına son vermiş, düşünce ve ibadet özgürlüğü konusunda ileri adımlar atmıştı. Peki, "demokrasiyi rayına oturtma" iddiasıyla gelenler ne yaptılar? Hazırladıkları anayasayla önce "korporatizmi" meşrulaştırdılar, son da yeni "anayasal organlar" ihdas etmek suretiyle (MGK, MGK Genel Sekreterliği ve Anayasa Mahkemesi) siyaset üzerindeki militer görünürlüğü kurumsallaştırdılar. İlerici Türk aydını bunu "takviyeli demokrasi" tabir ediyor. Takviyeli demokrasi, halka gereksinmeyen bürokrat azınlığın, vesayet rejimini kılıflamak için uydurduğu ve siyaset terminolojisinde asla yeri olmayan bir kavramdır. Sovyetler Birliği pratiğinden hatırlayacaktır bunu Livaneli. Menderes'i "diktaya kapı aralamak"la suçlayanlar, 1961'de yaptıkları anayasayla yeni bir diktaya kapı aralamakla kalmadılar, bedelini 12 Mart ve 12 Eylül'le ödeyeceğimiz yeni militer süreci de ikame ettiler. Bu nedenle 27 Mayıs devrim değil, adlı adınca darbedir. Mümtaz Soysal'ın "Anayasa" retoriğinde itiraf etmek zorunda kaldığı gibi, "halk çoğunluğuna karşı, anayasa programını savunmak için" gerçekleştirilmiştir. (Halka ve halkın değer tercihlerine karşı olanlar, düşüncelerini açıkça dillendirmek yerine, "anayasa programı" gibi ne idüğü belirsiz komik tamlamaların arkasına gizleniyorlar, ne hazindir ki...) Peki o fotoğrafta ne var? Livaneli'nin, 2 Kasım 1993 tarihli Sabah gazetesinde intişar etmiş "Bir Fotoğraf" başlıklı yazısından okuyalım: "Yassıada Komutanı Tarık Güryay, ölüm cezasına çarptırılmış olan Başbakanı (Başbakan ayakta... Karısı, iki oğlu ve Tarık Güryay ise oturuyor...), ailesinin yanında son bir kez aşağılamanın zevki içinde ayaklarını uzatmış ve en ufak bir üzüntü duymadan objektife bakıyor... Fotoğrafta korkunç bir hüzün var. Herkesin boynu bükülmüş. Ölümün acısı vurmuş yüzlerine. Bir tek komutan sağlıklı, diri, hırçın ve duyarsız. O koltuk Tarık Güryay'a hiç de şerefli bir makam olmamış doğrusu."
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |