|
|
ANAP'ın anketi
ANAP tarafından yaptırılan ve ekonomiden AB ile ilişkilere, hükümetin performansına kadar her konunun halkın değerlendirmesine sunulduğu ankette, hükümete güvensizlik yanında "Bugün seçim olsa hangi partiye oy verirsiniz?" sorusuna da ilgi çekici sonuçlar çıktı. "Kararsızlar" da dağıtıldıktan sonra partilerin aldığı oylar şöyle belirlendi. AKP yüzde 25.7, CHP yüzde 13.7, ANAP yüzde 12.3, DYP 10.5, DSP 8.9, MHP 9.4, HADEP 6.0, SP 3.5, BBP 2.5 Diğer 7.5. Bu rakamlar şüphesiz tartışılabilir. Özellikle başta ANAP'ın yüzde 12.3 rakamı olmak üzere hükümet üyesi partilerin oylarının öncelikli bir tartışmanın konusu olması tabiidir. Çünkü başka kamuoyu araştırmaları, hükümet ortağı partilerin toplam oyunu yüzde 10 civarında gösterirken, burada sadece ANAP'ın oyu yüzde 12.3 olarak gösterilmekte, diğer iki ortakla birlikte hükümet oyu yüzde 30'un üzerine çıkmaktadır. Buna rağmen geride yüzde 70 civarında bir muhalif oy kalmaktadır. Bu, hükümetin performans düşüklüğü açısından yeterli mesajı verecek bir rakamdır. Ancak, eğer hükümet partilerinin aldığı yüzde 30'luk oy tartışmalı ise, diğer partilerin oyları da belki farklı biçimde tartışmalı hale gelecektir. Nitekim, DYP'nin, SP'nin ve BBP'nin oyları, diğer tüm anketlerde buradakinden daha yüksek çıkmaktadır. AKP ve CHP yetkilileri de, diğer anketlerden ve toplumla ilişkilerinden yola çıkıp oy oranlarının burada gösterilenden daha yüksek olduğunu düşüneceklerdir. Anketin tartışma götürür bu yönüne rağmen, belki tartışılmayacak bir yönü, AKP'nin açık ara birinci parti olmasıysa, diğer yönü de, oyların bölünmüşlüğü ve baraj altındaki parti sayısının çokluğudur. AKP'nin birinci parti olma hüviyeti, artık Türkiye siyaseti için tartışılmaz bir vakıadır. "ANAP anketinden bile yüzde 25.7 çıkıyorsa..." gibi bir söylem anlamlıdır. Nitekim AKP yöneticileri yüzde 30'larda ve "iktidar sağlayacak" bir oy oranını seslendirmektedirler. Demek ki Türkiye insanı bu partiyi "iktidar adayı" görme eğilimindedir. Öyleyse şunu söylemek doğrudur: Türkiye'de herkes bir AKP iktidarına kendini hazırlamalıdır. Bu sözümüzün, bir yandan AKP'nin "meşruiyyet"ini didikleyenler için, diğer yandan da bizzat AKP için önemli olduğunu düşünüyoruz. Demek istiyoruz ki, hiç kimsenin zihninde AKP adına bir "meşruiyyet problemi" oluşmamalı ve kalmamalıdır. Çünkü aksi durum, Türkiye demokrasisi adına, bir kere daha (saymadım kaç kere oldu) sekte potansiyeli demektir. AKP'nin öncelikli iktidar adayı olma potansiyeli, şüphesiz bu partinin mensuplarını da zihnen ve birikim olarak iktidara hazırlanma zarureti ile karşı karşıya bırakmaktadır. Belki kamuoyunun bir kesiminde oluşan "yeterlilik" sorularının izalesi, bu partiye olan ilgiyi daha da artıracaktır. Çünkü bu "yeterlilik" konusu hâlâ belli ölçüde etkisini sürdürmektedir. Anketin diğer sonucu olan "Oyların bölünmüşlüğü ve baraj altındaki partilerin çokluğu" konusu, halk iradesinin Meclis'e yansıması açısından büyük önem arzediyor. Bu haliyle bile seçime katılanların yüzde 40'a yakınının oyu Meclis'e yansımayacaksa ortada önemli bir temsil sorunu var demektir. Bir de seçime katılma oranı dikkate alındığında, Meclis'in temsil hüviyeti ciddî biçimde tartışmalı hale gelecektir. Bu durumda, seçim sistemi arayışında, Meclis'i mümkün olan en üst seviyede bir temsil hüviyetine kavuşturmak için çalışma yapılması kaçınılmazdır. Burada seçim ve siyasî partiler kanununda köklü değişiklikler yapılıp, bütün siyasî ve toplumsal birikimlerin güçleri oranında parlamentoda temsili sağlanıncaya kadar, barajı düşürme-hatta kaldırma yanında öncelikle partiler arasında ittifaklara yasal imkân sağlayan bir düzenlemenin yapılması kaçınılmazdır. Bu konuda, alacağı tahmin edilen oy sebebiyle, en komplekssiz olması gereken parti AKP olmasına rağmen, bu parti Anayasa'da gerekli görülen "temsilde adalet" adına "seçim ittifakı"nın yasallaşmasını savunmaktadır. AKP Grup Başkanı Bülent Arınç'ın bu konudaki bir sözü şöyledir: "Demokrasi adına ittifak sistemini savunmalıyız. Partiler birbirleriyle ittifak yapabilmelidir. A partisi diyebilmeli ki ben B, C, D partileriyle ittifak yapacağım. Seçimden sonra bizim blokumuz kazanırsa biz aynı zamanda hükümet ortağıyız. İşte bu durum koalisyonun bir alternatifidir diyebilirim. Bunlara bu ülkenin ihtiyacı var." Eğer AKP, oy kaygısı olmamasına rağmen böyle öncü bir duruş sergiliyorsa, diğer partilerin ittifaka daha sıcak yaklaşabilmesi mümkündür. HADEP'in Meclis'e girmesini önlemek ve bunu sağlamak için ittifaklara karşı çıkmak gibi bir tavır, siyasî ve kaçınılmaz olarak sosyal istikrar adına savunulamayacak bir tavırdır. Türkiye HADEP çizgisini sürekli "sakıncalı" konumda tutarak, sadece siyasî sancısını derinleştirir. Entegrasyon, öncelikle zihnî - kalbî planda sağlanacak bir olgudur. Onun da yolu, asla "sürekli dışlama" değildir. Aksine Meclis'in ülke sorunlarını müzakere ortamı eğer gerçekten sağlıklı işleyebilirse, ülkenin her tarafnın zihnen ve kalben bütünleşebilmesi için de yeterli iklimi sağlayabilir. Bir yerde belki sorun, Ankara'nın yüreğinin Türkiye'nin renklerini ne kadar kuşatabildiği noktasında toplanıyor.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |