|
|
İnşaatı, Derviş diye bir kalfaya vermişler..
Dünyanın en büyük çok-uluslu şirketlerinden birinin en üst yöneticisi ile, ekonomiyi ve şirket yönetimini konuşuyorduk.. Londra'daydık.. Bir dönem Türkiye'de de çalışmış.. Bu yüzden Türkiye'yi ve "krizlerimiz"i de biliyordu.. Sordum.. - Siz, dünyanın 50'yi aşkın ülkesinde iş yapan bir şirket olarak, çeşitli bölgelerdeki, birbirinden farklı nitelikteki krizleri, merkez yönetiminizde nasıl değerlendirirsiniz? Şöyle dedi.. - Kriz yönetimi, bizim şirketin genlerindeki bilgiler arasında var.. Çünkü biz, sade ekonomik krizleri değil, iki tane dünya savaşını, yok olmadan, çökmeden atlatmayı başardık.. Olaylara global bakabilmek ve vizyon sahibi olmak, bizim şirket kültürümüzün bir parçası.. Bir Amerika gezimde de, bir başka çok-uluslu, dev şirketin yönetim kurulu başkanına, dünyanın çeşitli bölgelerindeki siyasi ve ekonomik olayları, şirket yönetiminde nasıl değerlendirdiklerini sormuştum.. Masasının üzerindeki bir düğmeye bastı.. Başlarında yaşlı bir ekonomi profesörünün bulunduğu bir bilim adamları heyeti girdi odaya.. Duvarlardan haritalar açıldı.. Dünya haritalarıydı bunlar.. Her bölge hakkında uzmanlar yorum yaptı.. Sonra profesör, bunların Amerikan ekonomisine yansımalarını değerlendirdi.. Şirketin yöneticisi de, bunlardan giderek, üretim alanlarındaki tahminleri ve talep öngörülerini seslendirdi.. - Biz bu değerlendirmeleri, en az günde iki kez yaparız, dedi.. Bunları düşününce, Türkiye'de gerek devleti, gerekse bankaları ve şirketleri yönetenlerin kültüründeki "kriz-yönetimi eksikliği"ni hemen görebiliyoruz.. Birinci mesele şu.. Türkiye'nin içinde bulunduğu kriz, belirli bir zaman içinde, geçmesi gereken, "kader gibi" bir "süreç" değil.. Bu bir "durum".. Çeşitli boyutları olan, devletin de, özel sektörün de, zihniyetlerin de, hukukun da ve resmi ideolojinin değiştirilmesi gerektiğini vurgulayan, bir "dönüm noktası" bu kriz.. Ama en başta ülkenin Başbakanı olmak üzere, ülkede devleti ve özel sektörü yönetenlerde, durumu kavrayacak bilgi de, deneyim de, bilinç de, vizyon da yok.. Bu yüzden eskimiş bilgilerle, bu yepyeni durum üzerinde, anakronik politikalar yapıyorlar.. İşi geçiştirmeye çalışıyorlar.. Sanki, başka bir mülklerindeki inşaatı, Kemal Derviş adındaki kalfaya vermişler.. O inşaat bitene kadar, oturdukları evde, alıştıkları gibi yaşamaya devam ediyorlar.. Ordu asker sayısını indirmiyor.. Güneydoğu ve Kıbrıs'ta, kalıcı çözümler aranmıyor.. Hâlâ, iflas etmesi gerekenler, siyasi nedenlerle yaşatılıyor.. Temizlik ve şeffaflık, demokratik siyasetin tehdidi gibi algılanıyor.. Koalisyonun üç ortağı, kendi alanlarında "özerk derebeyleri" gibi davranıyor.. Medya, değişimi ve yenilenmeyi zorlamak yerine, eskiye dönük kamplaşmaları, uzlaşmasızlıkları körüklüyor.. Bakın.. Şu anda Türkiye krizinden öteye, hem Amerika'da, hem Avrupa'da, hem de Uzakdoğu'da bir daralma var.. Yani devresel resesyonların üç-kıtalı olanlarından birine girmek üzere dünya ekonomisi.. Borçları, yıllık gayrısafi milli hasılasına eşit hale getirilmiş Türkiye, borçlanarak borçlarını döndüremez hale gelirse, devlet memur maaşlarını bile ödeyemez.. Ve dış dünya da, buna çok radikal çare bulamaz.. Bu bakımdan endişeliyiz.. Hele Ecevit, Derviş'e dönüp "Bu T.L.'nin değerindeki düşüş onur kırıcı" dediyse, endişemiz daha da artar.. Bilgisizlik ve bilinçsizlik, hepimizi tehdit eder hale gelir.. ŞAKA
Çiller'in daveti!.
DYP Genel Başkanı Tansu Çiller, "Türkiye'nin kurtuluş reçeteleri"ni tartışmak için, koalisyon liderlerini televizyonda tartışmaya çağırmış..
BİLMECELER
AK Parti ve Sabah gazetesi!.
Tayyip Erdoğan'a ve AK Partiye dönük, ön-yargılı ve kötü niyetli kampanyaları da, anlayışla karşılamak gerekiyor.. Çünkü bu kampanyaları sürdürenler, Türkiye'nin içinde bulunduğu krizin çapı hakkında ne bilgi, ne de bilinç sahibi.. Örneğin "belirli medya"ya bakın.. "Tamam" diyelim.. Tayyip Erdoğan değişmemiş.. Takiyye yapıyor.. Ayrıca AK Parti'nin, Türkiye'ye dönük bir somut projesi yok.. "Ekomik kriz nasıl yönetilecek" sorusunun cevabı bile yok.. Ama hiç olmazsa, "AK Parti" ve "Saadet Partisi", Türk halkının belirli kesiminin, siyasi sistemle ve devletle "uzlaşma"sını sağlayacak.. "Uzlaşma" bile, çok önemli ve hayati bir işlev değil mi? Ama medya bunları düşünmüyor.. Örneğin Etibank batmış.. "Maalesef" Dinç Bilgin Kartal'da.. "Sabah"ın bilançosu yok neticede.. Sahip devlet mi, alacaklılar mı acaba? Peki hâlâ "Sabah", "ATV" ve bunca dergi, aynı grup içinde, aynı kadro tarafından nasıl yayınlanabiliyor? Mesela bu konu, Tayyip Erdoğan'ın "gerçek niyeti" kadar ilgi çekici değil mi? Acaba kriz ekonomisinde, bunun gibi başka batık şirketler de, devlet ve siyaset gücü ile ayakta tutuluyor mu? İç ve dış borçlanma, bunlara mı aktarılıyor?
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |