|
|
Erdoğan'ı 'yalan makinesi'ne bağlayalım
Yol kalmadı, başka çare kalmadı! Medyanın Erdoğan'ı ısrarla geçirmek istediği "samimiyet testi" bir türlü istenen sonuç vermiyor.. Medya, yanına ne kadar "yüz okuma uzmanı", "elbise-gömlek-kravat okuma uzmanı" ve psikolog alsa da işin içinden bir türlü çıkamıyor. "Koyu füme takım elbisesi"nin ortaya koyduğu gibi oportünist ve "egoist" bir insan mı, yoksa "krem rengi gömlek" ve "kırmızı-beyaz kravat"ın apaçık olarak işaret ettiği gibi "agresif" ve "atak" bir siyasetçi mi? Medyanın kafası basın toplantısından sonra hepten karıştı. Baksanıza, Milliyet'ten Güneri Cıvaoğlu'nun belirttiği gibi, Erdoğan, daha "soğuk savaş"ın hangi tarihte bittiğinden bile habersiz... "Türkiye'yi yönetmek" iddiasıyla ortaya çıkan birisinin "soğuk savaş"ın tamı tamına Berlin'de "9.11.1989" tarihinde sona erdiğini bile bilmemesi kabul edilebilir mi? Oysa biliyorsunuz, adına "soğuk savaş" denilen bu dönemin kapanma tarihi, ocaktaki tencerenin altındaki ateşin kapanması gibi bırakın günü gününe, saniyesi saniyesine verilebilir! Peki tamam öyle olsun da, o zaman 2001 yılında ortada dolaşan bunca "soğuk savaşçı" niçin hâlâ kapanmadı? Ya Erdoğan'ın sözünü ettiği "oligarşik güç odakları"na ne demeli? Bu kavram da nereden çıktı böyle? Türkiye'de böyle bir şey mi var; basında, ekonomide, siyasette, sendikalarda... söylendiği gibi "oligarşik" bir yapı mı var? Hem bakın Milliyet muhabiri "oligarşik güç odakları" kavramını kimlerin kullandığını ne güzel açıklamış: "DHKP-C gibi sol örgütler ile PKK'lı Abdullah Öcalan." Pekiyi ya kasetler? Hürriyet'e "Uzman gözüyle" yazan Ruşen Çakır'ın şu yepyeni tezlerini kaçırmayın: "Konuştuğumuz birçok AKP yetkilisi kaset yayınının kendi işlerine yaradığını söyledi. Hatta bunlardan birine, 'O zaman yeni kasetler sürün piyasaya' dediğimizde, 'Bunu bizim sızdırmadığımız ne malum' cevabını aldık."(!) Görüyorsunuz, medyanın şüpheciliği nerelere varmış... "Sosyal demokrat düşünceli siyasi İslam araştırmacısı" Ergun Poyraz, neredeyse "Bütün kasetleri, hepsini ben temin ettim!" diye yemin içecek, ama dinleyen kim? Bu satırları yazıyorum ama sanmayın ki Erdoğan'ın açıklamalarından çok memnunum... Doğrusunu isterseniz, ben bu ülkede "soğuk savaş" psikolojisinden pek çokları gibi Erdoğan'ın da tamamen sıyrıldığını düşünmüyorum. Bu tabii ki tek başına Erdoğan'ın bir kusuru değil. "Soğuk savaş"sız bir Türkiye düşünülebilir mi? Başkalarının "soğuk" yaşadığı bu dönemi biz devletin himmeti ile toplum olarak o derece "sıcak" yaşadık ki, bu hikaye daha çoook sürer... Benim asıl itiraz ettiğim husus, medyanın, her ne kadar Erdoğan'ın adıyla özdeşleşmiş gibi görünüyorsa da, gerekli gelişmeyi gösterirse ülkeyi "soğuk savaş"tan bir daha dönmemek üzere çıkaracak belki de tek ümit olan bir siyasi dalgayı adam yerine koymaması ve kendi hikayesini hiç aklına getirmeden saldırgan ve aşağılayıcı bir dille önüne gelene "samimiyet testi" uygulamaya kalkmasıdır. İsterseniz, şimdi büyük gazetelerde köşebaşlarını tutmuş olan bazı gazetecilerin eski zamanlarda neler yazdıklarını (hep "konuşanlar"ın defterini tutacak değiliz ya!) birkaç alıntıyla hatırlayalım. Hatırlamakla da kalmayıp, onların bugün Erdoğan'a yönelttikleri bir soruyu biz de gerisin geriye kendilerine yollayalım. Yani şu soru: O zaman öyle düşünüyorken, nasıl oluyor da bugün böyle düşünüyorsunuz? Neden ve nasıl değiştiğinizi açıklar mısınız? Yıllardan 1980; ülkede öncekilerle ilgisi olmayan bir askeri darbe olmuş. Yüzbinlerce kişi işkence görmüş... Ve bakın onlar hangi havada: Güngör Mengi (Yeni Asır, 13 Ekim): (...) Bir iktidar gasbı söz konusu değildir. Tam tersine demokrasiyi, rayına oturtup, sağlam güvencelere dayandırma kararlılığı vardır. Hem de tekelci bir bencillik ve büyüklük kompleksinden uzak bir kararlılık. (...) Kimin adına yapıldığı ise, sonuçlarından ve gördüğü desteğin çapından anlaşılmaktadır. (...) Aynı zamanda, bu gelişimden milletin de nasibini almış olduğuna Silahlı Kuvvetler'in beslediği güvenin de bir göstergesidir. Türkiye'de özel yargılama yöntemlerinin yerini millet vicdanının aldığının resmidir. Selam duruyorum." Cüneyt Arcayürek (Hürriyet, 21 Şubat): "Ankara'da oturan generallerin işkenceye ruhsat tanıdığını söylemek! Bu, adinin adisi iftira! Bunu söyleyen varsa, tuu senin gebeş suratına!.." Bekir Çoşkun (Günaydın, 20 Ocak): "Ülkemizde yeni bir dönem başlıyor. Devlet yapısı yönetim biçimi, yasalar, kuruluşlar, iş düzeni, ekonomik yapı değişiyor. Bu yeni dönemi başlatan kadronun başında Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren var, belki de tarih kitapları içinde bulunduğumuz bu dönemden söz ederken 'Evren ile başlayan dönemde...' Diye giriş yapacaklar. (...) 12 Eylül'den bu yana tümümüz Atatürkçü kesildik. İçimizde Atatürk ilkelerini sayabilen var mı? Evren paşa Atatürkçülüğe önem vermekten öte 'Tutkun, sevdalı' bir insan ülkemizin tek kurtuluş yolunun Atatürkçülükten geçtiğini toplamlara karşı yaptığı konuşmalarda..." Güneri Cıvaoğlu (Tercüman, 20 Mayıs): "Yıllardır ilk defa Atatürk'ü doyasıya anabildik. İlk defa Atatürk'ün önünde başımız dik. İlk defa izinde olduğumuzu, onun emanetine, ilkelerine sahip olabildiğimizi haykırabiliyoruz. Yıllardır ilk defa Atatürk'ün aziz hatırası önünde mahçup ve ezik değiliz..." Sanmayın ki çok eski bir tarihten söz ediyoruz... Bu yazıları yazarken hiçbiri 1992'deki Erdoğan'dan daha genç değildi! Biz en iyisi Erdoğan'ı "yalan makinesi"ne bağlayalım!
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |