T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Alle Wege führen nach Mekke!" (II)

Said Halim Paşa'nın ilk kez 1921'de Les Institutions politiques dans la societé musulmane adıyla yayımlanan risalesi, millî şâir ve mütefekkirimiz Mehmed Akif tarafından İslâm'da Teşkilât-ı Siyasiye adıyla Türkçe'ye tercüme edilmiş ve 1924 yılında neşredilmişti. Fakat ne ilgi çekicidir ki bu tercüme eksiktir ve Fransızcasında bulunan Hâkimiyet-i Milliye bölümü bu Türkçe neşirde yoktur. (Bu vesileyle risalenin İngilizce çevirisinin 1967 yılında Karaçi'de The Reform of Muslim Society adıyla neşredildiğini hatırlatalım.)

Siyasî düşünce tarihimize katkıları itibariyle fevkalâde önemli addedilmesi icab eden bu bölümün 1924 tarihli Türkçe neşirde yer almayışının sebeplerini devrin şartlarıyla izah etmek pekâlâ kabildir. Nitekim o tarihte önce Saltanat kaldırılıp Cumhuriyet ilan edilmiş ve kezâ Millî Hâkimiyet kavramı da dönemin hâkim ve kâdir söylemi arasındaki o seçkin makamına çoktan kurulmuş idi. (Ankara'da Hâkimiyet-i Milliye adıyla bir gazetenin çıkmaya başladığı ma'lûmdur.)

Paşa'nın bu kavram hakkındaki tahlil ve değerlendirmeleri her ne kadar bugünden bakıldıkda çokları için pek hazmedilebilir görünmüyorsa da İslâmcılığın nerelerden nerelere savrulduğunu anlamak ve ilk zamanlar tedirginlikle karşılanan pekçok fikrin kısa bir süre sonra nasıl içselleştirildiğini görmek bakımından kendisinin tesbit ve tahlillerinin ziyadesiyle calib-i dikkat bir keyfiyet arzettiği muhakkaktır.

Muhtemel bütün nâdânlıklara rağmen söylemeliyiz ki risalenin yazarı herhangibiri değildir; eseri tercümeye lâyık gördüğü halde bu bölümü neşretmekten kaçınan mütercimi ise hiç değildir. Binaenaleyh okura, risalenin tamamını okumaksızın Paşa'nın görüşlerini üzerini ceffelkalem silebilecek kadar sıradan bir sûrette algılamak hatasına düşmemesini ihtar etmeyi bir vazife addeyleriz. (Bu bölümün ilk ve tam neşri için bkz. İsmail Kara, Türkiye'de İslamcılık Düşüncesi, I/165, vd.)

- "Bugünkü müslüman aydınların (...) millî iradenin hâkimiyeti ilkesini tercih ettikleri görülmektedir. Halbuki bu zihniyete sahip olan müslümanlar yanlış yoldadırlar. Millî iradenin hâkimiyeti ilkesi daha dün doğmuştur, fakat yanılmaz ve sorumsuz sayılmaktadır. Henüz hiçbir yerde kesin sonuç alamamıştır, fakat tam bir kudretin sahibi sanılmaktadır. Batı toplumunun refahı ve maddî gücü müslüman aydınların gözlerini kamaştırmakta ve gözleri kamaşanların sayısı gitgide artmaktadır. Aydınlarımız kendilerini sonsuz bir hayranlığa düşüren bu üstünlüğü, millî iradenin hâkimiyeti ilkesinin 'mucizevî' sonucu olarak göstermekten zevk alıyorlar."

Said Halim Paşa bu kadarla yetinmemekte ve tabiatıyla eleştirilerinin şiddetini artırmaktan çekinmemektedir:

- "Batı'nın bu son çıkan ve 'her derde deva' millî iradenin hâkimiyeti ilkesi de daha önce yine Batı'da çıkmış öteki 'her derde deva' görüşler kadar yanlıştır. Bu seferki de kendinden önce gelen ve yine kendilerini kudretli, sorumsuz ve yanılmaz hâkimiyetler olarak ilan etmiş bulunan 'Kilise' ve 'Krallık' gibi eski ustalarını taklid etmekte ve 'Milletin kendi idaresini üstlenmesi' gibi hayalî bir hakka dayanmaktadır. [Oysa] bütün bu hâkimiyetlerin temelinde her zaman aynı esas bulunmaktadır: Kuvvet!

Sonuç, toplumdaki kinlerin azdığı, millî birliğin ve kuvvetin parçalandığı, sürüp giden bir iktidar kavgasıdır. Bu gibi güçlerin hâkimiyetleri, sahip oldukları ahlâk değerleri dolayısıyla kendilerini kabul ettiren ilkelere değil, zorla elde edilen imtiyazlara dayanırlar. Netice olarak da hepsi gasbın ve adaletsizliğin birer örneği olurlar."

Paşa'nın, kendi görüşlerini temellendirmek sadedinde yazdıklarını daha sonra ele almak kaydıyla bu bölümden iktibaslarımızı sürdürelim:

- "Millî irade denen şey aslında milletin çoğunluğunu temsil ettiği çok şüpheli olan bir topluluğun (ekseriyetin) iradesidir. Bu ekseriyetin, topluluğun hatta milletin yarısını temsil ettiği bile şüphelidir, Millî irade çoğu zaman, çoğunluğun zayıf iradesini bastıran kuvvetli bir azınlığın sesinden başka birşey değildir.

"Millî irade sun'îdir ve gerçekte çoğunluğu temsil etmemektedir" dedik. Sun'î olmadığını ve nadir de olsa gerçekten bir çoğunluğu temsil ettiğini kabul edelim. Yine de haklı ve doğru olamaz. Çünkü bu ilkeye göre çoğunluğun kararı kanundur ve çoğunluk, kuvvetini sadece sayı çokluğundan alır. Hakkın ve hikmetin en az tesir edebildiği yer ise işte böyle bir kalabalıktır.

Netice, hakka ve hikmete en az değer veren bir çoğunluğa, kendi kesin iradesini azınlığa zorla kabul ettirmek hakkını tanımak demektir. Böyle bir hakkın geçmiş asırlarda aristokratlar ve kiliseye mensup azınlıklar tarafından kendi diledikleri gibi kullanıldığını hatırlayalım. Acaba bu seferki de çoğunluğun azınlıktan almakta olduğu bir öç müdür? Öyle ise, bunun davet edeceği yeni öç almalara hazır olmak gerekir."

Bu tesbitleri, Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın torunu, Vezir Halim Paşa'nın oğlu olan ve kendisi de Sadrazamlık yapmış bulunan müellifin aristokratlığıyla izah edecekleri şimdiden uyarmak isterim ki hazırlığınızı XIX. yüzyılda yaşamış -kendisi hiç de aristokrat olmayan- çok ünlü bir Fransız filozofunu da (!) dikkate alarak yapınız.


25 Ağustos 2001
Cumartesi
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED