T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
'Müflisler'in isyanı...

Bülent Ecevit, dolardaki artış ve dolayısıyla Türk Lirası'ndaki düşüşü Bakanlar Kurulu toplantısına getirmiş. Kemal Derviş'e dönerek, "Dolar sürekli yükseliyor. Türk Lirası değer kaybediyor. Bu çok onur kırıcı bir durum. Çok üzülüyorum. Lütfen gerekeni yapın" demiş...

Haberx internet sitesi, "Bu fıkra değil, gerçek" diye başlık atmıştı. Hiçbir iddialı gazetenin bu sözleri başlıklarına taşımayacağını biliyoruz. Onlar Tayyip Erdoğan'la uğraşıp, Türkiye'nin 'en hayati' konularını es geçerek, 'ters kamuoyu oluşumu' ile meşguller.

Bülent Ecevit Başbakan, Türkiye, tarihinin en ağır 'ekonomik ve mali krizi'ni yaşıyor ve Başbakan'ın ekonomiye 'vukuf'u, lise öğrencilerinden fazla değil. Doların artması karşısında Türk Lirası'nın değer kaybını, 'onur kırıcı' bulan, 'üzülen' ve Kemal Derviş'ten 'çare isteyen' bir Başbakan...

Şu kadarlık bir 'Ecevit monologu', Türkiye'nin 'ekonomik ve mali kriz'i atlatamayacağının kanıtıdır. Başka bir kanıt aramaya gerek yok. Kaldı ki, Bülent Ecevit, ekonomi ile psikoloji arasındaki güçlü bağlantının da farkında değil. Dolar artışı ve Türk Lirası'nın değer kaybı, tümüyle kamuoyunun (ve bu arada piyasaların) her türlü IMF çabasına rağmen, Türkiye'deki 'ekonomi yönetimi'ne güveninin sağlanamamasından kaynaklanıyor. Güven sağlanamadıkça, dövizdeki artış ve Türk Lirası'nın değer kaybının önlenmesi de imkansız. Bu tür açıklamalar yapan bir Başbakan yönetimindeki bir ülkede, söz konusu güvenin sağlanması da imkansız. Bir tür kısır döngü...

Ve, bu 'kısır döngü', Türkiye'ye ayak bastığı ilk günlerde bir 'ekonomi sihirbazı' gibi sunulan Kemal Derviş'e olan inanç ve güveni de eritmeye başladı. Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz... Geldik Ağustos'un sonuna. Dile kolay, altı ay; yani yarım yıllık bir süre. Sonuç: Döviz yükseliyor, Türk Lirası düşüyor. Borsa çalkalanmaya ve 10 bin sınırının altında debelenmeye devam ediyor.

Bütün bunlar, IMF'nin, tarihinin 'en cömert' desteğini Türkiye'nin arkasına koymasına rağmen söz konusu oluyor.

Yani?

Yani, Kemal Derviş de başaramadı! İnsanlar sonuca bakarlar. Böyle bir sonucu doğuran sebepleri mütemadiyen sıralayarak milyonlarca kişiyi aylarca oyalayamazsınız.

Nitekim, Kemal Derviş gibi Dünya Bankası Başkan Yardımcılığı yapmış olan Attila Karaosmanoğlu, 'alarm zilleri'ni çalıyor ve Türkiye'nin iç borçlarını döndürememesi ve dolayısıyla borç ödeyemez hale gelmesi ihtimalinin bulunduğunu bildiriyor ve böyle bir durumda, IMF'nin tıpkı Arjantin'e yaptığı gibi, Türkiye'ye de 'yeni borç yapılandırması'na gidebileceğine işaret ediyor. Bunun tercümesi, Türkiye'nin 'mali iflas'ın eşiğinde dolaştığıdır.

Bir ülkeyi bu duruma sokanlar bunun 'faturası'nı ödemeye mecburdurlar. Bu 'fatura'yı ödemek yerine, 'Kemal Derviş katkısı' ile 'dörtlü koalisyon formülü' ve bu formül ile 'kriz'den çıkma yolu denendi.

Gelinen noktayı, İzmir Ticaret Odası Başkanı (ki, Egeli sanayicilerin ve tüccarların ve hatta Anadolu'daki müteşebbislerin önemli bir bölümünün duygularını yansıtıyor) Ekrem Demirtaş, gayet net bir saptama ile ortaya koydu. "Kemal Derviş geldikten sonra, iç borç ikiye katlandı. Faizler düşürülemedi. Türk parasının değeri daha da düştü. Döviz arttı. Borsa istikrarsız kaldı" dedi.

Manzara budur. Kemal Derviş, hiç kuşkusuz, çok yararlı işlere imza attı. Merkez Bankası'nın siyasi iktidarlardan özerkliği sağlandı. Rant ekonomisinin candamarlarını kesecek türden yasa değişikliklerine gidilerek, siyasilerin kamu bankalarını babalarının çiftliği gibi kullanmalarının önüne geçecek 'hukuki altyapı' büyük ölçüde gerçekleştirildi. Ama, ondan beklenen asıl işlevi, yani 'faizlerin düşürülmesi ve dolara doğru gidişin Türk Lirası'na geri çevrilmesi'ni başaramadı.

Kemal Derviş'i ilginç kılan ve 'umut adam' imajını besleyen iki husus vardı:

1. Kendisini, halkın inanılmaz bir öfke duyduğu mevcut hükümetten ayrıştırabilmesi;

2. Kendisinden 'ekonomik başarı' beklenmesi.

Bu 'ilk görünümü'nü koruyabildiği ve beklentilere cevap verebileceği izlenimini besleyebildiği ölçüde ve sürece, ismi etrafındaki 'momentum'u devam ettirebildi. Fakat, son haftalarda o da kendisini tüketmeye başladı. Çünkü:

1. Hükümete 'entegre' oldu ve kendisini 'teknokrat bakan' profiline indirgedi;

2. Faizleri ve doları düşüremedi. Türk Lirası'na değer kazandıramadı. 'Güvensizliği' ortadan kaldıramadı.

Kemal Derviş'e ilişkin 'barometre', İstanbul büyük sermayesi ve siyaset sahnesinin merkez-sol hattındaki mayalanma. Bundan bir süre öncesine dek, Kemal Derviş'in 'nereden' siyasete gireceği merakı yaygındı. İstanbul sermayesinin bazı unsurları, Kemal Derviş için 'kesenin ağzını' açmaya teşne idi. Kemal Derviş, bu 'bembeyaz Türkler'in 'beyaz atlı prensi' idi. Merkez-sol ise, Kemal Dervişli bir oluşumla tekrar yeşerme hevesi içindeydi.

Ya şimdi?

İstanbul sermayesi şaşkın ve hüsran duygularına kapılmış vaziyette. Merkez-soldaki hiçbir oluşum kapılarını Kemal Derviş'e açmayı ve 'mührü' ona teslim etmeyi düşünmüyor.

Böyle bir 'siyasi vakum', kimisine göre 'taşra'nın, kimisine göre 'esmer Türkler'in temsilcisi gibi ortaya çıkan Tayyip Erdoğan ve partisine ivme sağlıyor. Tayyip Erdoğan ismi üzerinde çökertilmeye çalışılan 'karabulutlar' bu 'siyasi vakum' ile de ilgili. Ortada bir 'İstanbul-Ankara paradoksu' var. İstanbul medyası ile Ankara'daki derin devlet, elele Türkiye'yi 'depolitize' ettiler. Ama, 'boşatılmış siyaset alanı'nı Tayyip Erdoğan türü bir oluşuma kaptırmak da istemiyorlar. Açmaz burada. Erdoğan ve AK Parti'ye taarruz, bir yönüyle 'müflislerin isyanı'nı andırıyor...

Devam edeceğiz...


25 Ağustos 2001
Cumartesi
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED