Türkiye'nin birikimi... | ||
|
Küresel medyatik düzenTürk basınında bir "Öteki Türkiye tartışması"dır gidiyor günlerce. Ancak Türkiye'yi birkaç Türkiye'ye bölen şeyin ne olduğuna dair henüz pek bir şey söylenmiş değil. Küreselleşmeyle birlikte dünyanın küçülmesi, dünyada farklı aktörler ve güçler arasındaki hegemonya mücadelelerinin daha rafine, daha örtük, daha sofistike yöntemlerle, söylemlerle ve pratiklerle sürdürülmesini intaç ediyor. Artık bildik "dost" ve "düşman" kavramları çoktan tarihe karışmış durumda. Kendilerini dost diye takdim edenlerin, ne veya kim için, ne'ye ve kime göre dost oldukları; düşman diye takdim edilenlerinse yine ne veya kim için, ne'ye veya kim'e göre düşman diye kabul edilebileceği kolay kolay anlaşılamaz ve farkedilemez hale geldi. İnsanların kafalarını alabildiğine karıştıran, zihinsel melekelerini alt üst eden, duyarlıklarını aşındıran çift yönlü işleyen bir süreç bu: Bir yanda, sadece Türkiye'de değil, dünyanın hemen her ülkesinde aynı duyarlıkları, aynı ilgileri, aynı zevkleri, beğenileri, hayat tarzlarını paylaşan bir "sınıf" var: Her ülkedeki nüfusun ortalama yüzde 5'i ile 10'nu arasında değişen bir oranı temsil eden bu kesim, aslında yaşadıkları ülkenin kültürüyle, sorunlarıyla, diğer toplum kesimleriyle ilişkileri son derece zayıflamış, handiyse sıfırlanma noktasına gelmiş bir kesim. Bu kesim dünyanın tüm ülkelerinde, yaşadıkları ülkeleri siyasi, ekonomik ve kültürel bakımlardan yalnızca yönetmekle kalmıyor; aynı zamanda kaymağını da son derece haksız ve dengesiz bir şekilde yiyor. Elbette ki önceden de ülkelerin yönetici sınıfları vardı. Ama onlar, ülkeleriyle, değişik toplumsal kesimlerle ilişkilerinde bu denli duyarsızlaşmamış, ayaklarını bastıkları coğrafyanın insanlarıyla bağlarını bu denli yitirmemişlerdi. Aslında tıpkı 10-20 yıl öncesinin Brezilyası, Arjantini, Venezuelası gibi tüm dünyanın adeta "Latinamerikalaştığı" bir süreç yaşıyoruz. Tavan'la taban (veya tavan'la tavanın dışında kalan tüm diğer toplum kesimleri) arasında hemen hiçbir ortak bağın, bağlantının kalmadığı ürkütücü bir süreç bu. Ürkütücü diyorum; çünkü bir yanda çılgınca ve de vahşice tüketen, çiftleşen, duyarsızlaşan, duyarsızlaştıkça duygusallaşan ve en küçük şeylere bile tahammül yetilerini yitiren ve o yüzden her tür cinayetin, kriminal davranışın, türlü sapkınlıkların kapılarının sonuna kadar açık olduğu "uygar barbar"lar var; öte yandaysa işsizlikle, sağlık, eğitim, beslenme sorunlarıyla canhıraş boğuşan, açlıkla pençeleşen, bu yüzden de bu hayatın sıkıntılarını unutabilmek için ötekilerin veya tepedekilerin kontrolünde olan ve onların şatafatlı, baştan çıkarıcı, uçuk ve kaçık hayatlarını, hayat hikayelerini kimi zaman bir turist gibi, kimi zamansa sanal dünyanın (iltişim araçlarının) penceresinden seyrederek avunan, tüketen, tüketme faliyeti sanal dünyanın parıltısından, şatafatından, sapkınlıklarından, uçukluklarından öteye gidemeyen "barbarlığın sınırı"na itilen yığınlar var. Bu sürecin şekillenmesinde ve işlemesinde iletişim araçları kilit rol oynuyor: Küreselleşen bir dünyada din-dışı kutsallıklar üreterek kitleleri kontrol eden ve sağaltan bir işlev görüyor iletişim araçları. Ünlü düşünür Paul Virilio, enformasyon'u hız olarak tanımlar. İşte hem dil'i hem de içeriği açısından sürgit birörnekleşen iletişim araçları, hız'ı, insanların dünyada olup bitenler konusunda zihinlerinin ve duruşlarının şekillenmesinde maksimum ölçüde etkili olacak şekilde kullanıyorlar: Siyasetten kültüre, ekonomiden hayatımızın en mahrem alanlarına ilişkin her tür enformasyon, hız'la dünyanın her bir köşesine ulaşabilen iletişim araçları aracılığıyla hayatımıza yön ve şekil vermenin en etkili, en belirleyici, en hızlı, en renkli, kaypak, en baştan çıkarıcı aracı veya aktörü olarak iş/lev görüyor. Böylelikle dünyayla, eşyayla, insanlarla, çevremizde olup bitenlerle nasıl bir ilişki kurabileceğimiz artık son derece hızlı ve kolay şekillerde ulaşabildiğimiz medyatik enformasyonla belirleniyor. Küresel medyatik düzen'in şekillendirdiği, beslediği, yaşattığı böylesine absürt, sığ, banal, yoz ve ürkütücü bir ortamda tüm dünyadaki toplumların nüfusunun kahir ekseriyeti kolaylıkla ötekileştirilebiliyor. Böyle bir ortamda, dünyanın da, spesifik olarak ülkelerin de tepedekilerin keyiflerince yönetilebilmesi kolaylaşıyor. Peki, bu durum hep böyle gidebilir mi? Elbette ki gitmez...
ykaplan@yenisafak.com
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|