Abant polemiği
Abant Platformu hangi gündem maddesi ile toplanırsa toplansın, hemen her sene, en hararetli tartışmalar "demokrasi" temas'ı etrafında cereyan ediyor. Nitekim müzakereler sonucunda ulaşılan taslak metinde yer alan şu cümleye, Hayrettin Karaman hoca itiraz etmiş ve metinden çıkarılmasını istemiş:
-"Demokrasi ile İslâm arasında uyumsuzluk yoktur."
Hayrettin Hocanın itirazı, kuşkusuz demokrasiyi reddetmekten kaynaklanmıyor. Gerekçesini, köşesinde kendisinin yazacağı düşüncesiyle, detaya girmek taraftarı değilim.
İslamoğlu'na dikkat
Fakat Abant'ta, demokrasi ve İslâm konusunda, son derece vâzıh tesbitlerde bulunulduğunu işitmek beni derecesiz memnun etti. Meselâ Süleyman Akdemir hoca demiş ki, "Demokrasi ile İslâm çatışmaz." Gazetemizin yazarlarından Mustafa İslamoğlu da şöyle demiş:
"İslâm ve demokrasi konusunda bu platformdan bir açıklama bekleyen geniş bir kesim var. Mutlaka bu noktada birşey söylenmeli. Ama dinin ilâhî ve naklî, demokrasinin aklî ve seküler bir kavram olduğunu düşünerek, bu iki unsuru aynîleştirmeden tartışalım. Sonuçta aynı olmasalar da İslâm demokrasinin hasmı, ya da alternatifi de değildir."
İslamoğlu böylece, İslâmî tefekkürümüzün gelişmesi bakımından, son derece önemli tesbitlerde bulunmuş oluyor. Aklı selimin ilerleyeceği şartları ve yolları böylece, daha iyi algılama imkânına kavuşuyoruz.
Her devre bir fetva!.. Kime ne?..
Zira bu sorun bazılarının kafasını o kadar zorluyor ki; kimileri İslâm'la demokrasiyi birbirinin alternatifi derekesine sürüklüyor, kimileri de savunduğu Müslümanlığa bir meşrûiyet alanı oluşturabilmek için kendisini âdeta helâk ediyor. Hele bir de Necip Fazıl'dan mülhem bir mantıkla; İslâm'ı liberalizm, kapitalizm, sosyalizm veya demokrasi lokomotifine katar olarak mı ekleyeceğiz diyenler var ki sormayın.
Evet böyleleri maalesef var. Kendisini bir ideolojiye veya çağdaş nazariyeye kaptırdıktan sonra, onu İslâmileştirmek yolunda girişmediği şaklabanlık kalmıyor. Bunu da özellikle, her mevsim kıyafet değiştirir gibi, ideoloji ve politika değiştirenler yapıyor. 1970'lerde alabildiğine devletçi ve sosyalist programları savunurken; 1979'dan 1990'a kadar hırçın bir İslâm devrimciliği, ABD düşmanlığı ve İrancılık!.. Sonra ne olduysa oluyor, Körfez Savaşı'nı takiben aşırı Amerikancı, İran aleyhtarı ve Küreselleşmeci tezler doğrultusunda İslâm âlemini perişan edecek altkültür tahrikçiliği, çok hukukçuluk vs. yapmaya kalkışıyor.
Bir devirde İslâm'da herşey var; onun devlet modeli, iktisadı ve toplum anlayışı, ne aklınıza gelirse!.. Ama demokrasi asla diyen, ve demokrasiyi Allah'ın hakimiyetinin insan tarafından gasbı olarak niteleyen bu kafalar, şimdi hemen hiç bir özeleştiri yapmadan küreselleşmeciliğe soyunuveriyor.
Maalesef bu ucuzcu, pragmatik, devir ve konjonktürlerin, daha doğrusu politik güçlerin rüzgârında savrulup duran zayıf kişilikler, savundukları İslâmî tezlerden ziyade, kendi ruhlarını işgal etmiş öz-güven kaybının telâfisi yolunda, daima çağdaş bir rüzgârla iç içe yaşamak ihtiyacından kendilerini kurtaramıyorlar. Bu bakımdan onların geçmişi, ayarsız bir tansiyon hastası gibi sürekli zigzaglarla dolu. Dolayısıyla yazdıkları yazı ve kitaplar birbirine eklemlenen bir dizge oluşturamıyor, önümüzdeki tablo da kendini ikmal eden ve zenginleştiren bir tekâmül tesiri bırakmıyor bizde. Yani neyi savunuyorlarsa onun aşırısı oluyorlar. Bu muhakeme çoğu zaman öylesi bir egemenliğe dönüşüyor ki, içinde yaşadığımız realiteyi örtüyor, bastırıyor. Daha doğrusu ülke, insan, toplum ve İslâm realitemizden bağımsız nazariyeler ortaya çıkıyor. Nazarî düzlemde kendini kurgulayan ve kendi içinde de kuşkusuz bir tutarlılığı hâiz bulunan bu tür yaklaşımlar; ne oluyorsa oluyor, her nevi iç ve dış konjonktürel kırılmalar karşısında, kaşla göz arasında paramparça oluveriyor. Eyvah!.. Üstadların âleme bir kurtuluş olarak pazarladıkları naif kelebekler, yani İslâmî ideoloji ve proje taslakları birer tırtıla dönmemiş mi?
Özeleştiri bekliyoruz
Ama siz merak etmeyin!.. Mevcut bir kaos ortamında İslâmî kamuoyu neyin nereye vardığı veya kimin ölüp kimin kaldığı ile meşgul olurken; daha doğrusu içine düştüğü narkozun tesirinden toplum daha yenice uyanırken; bizim bazı üstadlarımız havayı çoktan koklamış olur ve daha yeni ve çağdaş lobilerin sofrasında kotarılmış bir başka projeyi İslâmîleştirmek için kolları sıvamış olurlar.
Halbuki onların yaşadığı bu tecrübe, bizim için farzı kifaye derecesinde önemli sayılmalıydı. Tek tek Müslüman bireyler ve toplum olarak, yaşanmış bunca tecrübelerden asla şikâyetçi de olmamamız gerekirdi.
Ne var ki iktisab edilmiş bunca yılın tecrübesinin, behemehal özümsenmesi de icap ediyor. Peki özümseme ne ile ve nasıl gerçekleşecek?
Hiç kuşkusuz hasbî bir özeleştiri ile!.. Bu özeleştiriyi yaptığımız zaman, yani hiç olmazsa onların kaleminden veya onların üzerinden yaptığımız zaman, geçirdiğimiz tecrübeler bizi daha bir zenginleştirecek. Bunu yapmadığımız takdirde, geçmiş hayatımız baştan sona bir tekzipler galerisini andıracak ve mazisini inkârlarla rahatlayabilen, şuuru tahrip olmuş kişilikler üretmeye devam edeceğiz.
İşte soruyu, bu izahlardan sonra tekrarlayalım: Demokrasi ve İslâm ilişkisi nedir? Birbiriyle niçin uyuşur veya çatışır? Fırsat bulursam ben de yazacağım. Fakat İslâmoğlu'nun diktiği şamandırayı biraz daha düşünün derim.
24.TEMMUZ.2000
|