Türkiye'nin birikimi... | ||
|
Üniversite, sadece depremi mi tartışır?Amma da kadersiz bir toplumuz.. 1950'lerden başlayarak, "üniversiteler özerk olmalı" diye nice mücadeleler verildi.. İlericiliğin ve çağdaşlığın şifrelerinden biriydi "özerk üniversite." Şimdi yıl 2000.. -İyi ki üniversiteler özerk değilmiş.. Şu YÖK, kimseye bağlı olmasaydı, kimbilir ne tür çağdışılıklara tanık olurduk, diyoruz.. Acaba nerede yanlış yapıyoruz da, Batı'ya giderek Hindistan'ı bulmaya çalışırken Amerika kıtasını keşfeden ve bunun da farkında olmayan, Kristof Kolomb'un durumuna düşüyoruz hep? 1961 Anayasası ile yeni kurumlar oluşturduk.. Mesela Anayasa Mahkemesi'ni kurduk.. 12 Eylül 1980 askeri müdahalesi ile, hem Millet Meclisi kapatıldı, hem 1961 Anayasası yok sayıldı.. Ama Anayasa Mahkemesi, açık kaldı.. Şimdi de Anayasa Mahkemesi'ne dönük en önemli beklentimiz, bu kurumun parti kapatmasına ilişkin.. Üniversiteler de, böyle garip bir konumda.. De Bono'nun sözlerini biliyorsunuz.. Şöyle diyor.. -Eğer mevcut bilgiler insanlığa yetseydi, kitaplıklar ihtiyacı karşılardı.. Üniversiteler mevcut bilgileri tartışır, bunların üzerinde spekülasyon yapar.. Yeni bilgiler üretir üniversiteler. Bir de bizim YÖK üniversitelerine bakın.. Öyle bir disiplin ve öylesine bir tartışma yasağı var ki, adeta Ortaçağ manastırları gibi.. Ters düşünce seslendiren, afaroz ediliyor. Ülkenin temel sorunlarına ilişkin düşünce üretmeye kalkanlar, "resmi ideoloji"nin dışına çıktıkları anda, kendilerini kapı dışında buluyorlar.. YÖK üniversitelerinin özgürce tartışabildikleri tek konu, "deprem olacak mı-olmayacak mı?" çizgisi üzerinde gelişiyor.. Sonunda, gele gele bu noktaya geldik.. Cumhurbaşkanı Sezer, devlet adına, YÖK'ün rektörler listesini geri çevirince, derin bir "oh" çektik.. -İyi ki YÖK özerk değilmiş, dedik.. Avrupa'da "akıl ve aydınlanma çağı"nı, üniversiteler başlattı.. Papa'nın ve rahiplerin yönettiği kutsal devlete karşı, laik ve sivil tepki, üniversitelerle başlatıldı.. Bir de bizim üniversitelere bakın.. 2000 yılında, "kutsal devlet"in her dediğine "hık" demeyi, "laiklik" diye sunuyorlar.. Mümkün olsa, bütün üniversiteler bir konservatuara dönüşecek ve "ilim" diye, sabahtan akşama kadar "10'uncu Yıl Marşı" söyleyecekler.. "Akıl çağı" dedik.. Akıl, bir anlamda "değişime uyum" demektir. Yıl 2000.. Globalleşme, "demokrasi"yi, "çoğulculuğu", "serbest rekabeti", "yükselen değer" listesinin önüne koymuş.. "Bilgi ve iletişim" çağının özelliği, düşüncelerin ve sermayenin, sınır tanımayan dolaşımı.. Ve siz bu ortamda, "herkes tek tip düşünecek-herkes tek tip giyinecek" diye, üniversite düzeni kurmuşsunuz. Üstelik Türkiye'nin önünde, "Avrupa Birliği üyeliği" ve "Kopenhag kriterlerine uyum" gibi, temel hedefler var.. Aslında yapılması gereken şey ortada.. YÖK'ü alıp, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği'ne bağlamalı.. Üniversiteleri de, özgür ve özerk bırakmalı.. YÖK, dışarıdan üniversite öğretim üyelerini gözetleyip, MGK'ya raporlar versin.. Babaların çocuklarına söz geçiremediği bir çağda, koca koca üniversite profesörlerine, doçentlere, yaramaz çocuk muamelesi yapılır mı? Yani mesele sadece, rektör adaylarının keyfi belirlenmesi meselesi değil.. Mesele, üniversitelerin, medreseye, manastıra benzemesi.. "Bab-ı içtihad"ı kapatmışlar.. Gözleri hep "Bab-ı Derin Devlet"te..
ŞAKA
Siyasî çöplük!..
Çevre kirliliğini protesto etmek için "Giresun Çöplüğü"nde basın toplantısı yapan DSP Milletvekili Hasan Akgün, çöplükten çıkan metan gazları yüzünden fenalık geçirmiş.. İlk defa böyle birşey oluyor.. Şimdiye kadar, icraat yapmak yerine durumdan şikayet eden politikacıları dinlerken, hep biz fenalık geçirirdik..
ÇAĞ-DIŞI FOBİLER
Kimse Türkiye'yi bölmek istemiyor!..
Durmadan, iç ve özellikle "dış düşman" arayanlara nasıl anlatsak ki? Dünyadaki büyük ve küçük bütün ülkelerin, Avrupa'nın ve Amerika'nın tek derdi, Türkiye'yi bölüp, parçalamak değil.. Aslında Çin'i veya Hindistan'ı bölüp, parçalamak hem daha kolay, hem de daha çaplı bir hedef olabilir.. Türkiye'nin yapması gereken, "insan hak ve özgürlükleri" konusu gündeme gelince, "İşte yine kötü niyetlerini gösterdiler" diye ürküntü içine girmek değildir.. Türkiye, iç ve dış konjonktürün değiştiğini ve yeni şartlara uyumun, hayati bir mesele olduğunu kabul etmek zorundadır.. "Saltanattan cumhuriyete", "Tek Parti'den demokrasiye", "Devletçilikten serbest pazara" geçmeyi başaran Türkiye, bu yeni çağa uyum gösterecek, birikime ve yeteneğe sahiptir. Türkiye'nin "değişim gereği", kaçınılmazdır.. Bunu iç dinamikler de, dış konjonktür de zorluyor.. Bu dış konjonktür zorlaması, Türkiye'nin bütünlüğüne yönelik bir tehdit değil, daha güçlü ve daha bütünleşmiş, daha modern bir Türkiye yönündedir.. Bu gerçeği, bıkmadan anlatmalıyız..
mbarlas@yenisafak.com
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|