Türkiye'nin birikimi... | ||
|
Din, hükümet, devlet
Son Hizbullah operasyonlarının ardından gerçekleştirilen iki toplantı, özellikle dikkatimizi çekti. Bunlardan birincisi, İçişleri Bakanı Tantan'ın basın temsilcileri ile yaptığı toplantı; ikincisi de MGK. Genel Sekreter Başyardımcısı Korgeneral İlker Başbuğ başkanlığında OHAL Bölge valileri ile yapılan toplantı. Sayın Tantan'ın vâki toplantıda sarfettiği cümleler hepimizin hatırında: "Bütün bu olaylar ve olumsuz etkilenmeler; halkımızın din konusundaki açlığından ileri geliyor. Bu açlığın behemehal tatmini gerekmektedir. Ayrıca Hizbullah olayını, İslâmiyetle ilgili bir husûsmuş gibi sunmamaya çalışalım." Kantarın topuzu
Biz şahsen bu açıklamayı, İçişleri Bakanı'nın dinî hassasiyetlerinin bireysel bir tezâhürü olarak mı kabûl edeceğiz; yoksa o toplantıda bilinçli olarak sarfedilmiş "emanet bir mesaj" olarak mı algılayacağız? Doğrusu düşünmek durumunda kaldık. Vardığımız sonuç şu oldu: Bu cümleler sırf Tantan'a âit olmamalı!.. Bilâkis Hizbullah operasyonlarının ürettiği ve hesapta olmayan töhmetlere yolaçtığı bazı tedirginlikleri izâle kaygısı okunuyor bu cümlelerden. Sayın Tantan'ın kullandığı cümlelerden, bir başka kaygı daha okunmuyor mu? Televizyon ve gazeteler Hizbullah vakasını teşhir ederken, doğrudan dinî ve dindar-muhafazakâr halkımızı güç duruma sokmamalıdır. Buna özellikle dikkat edilmelidir vs. Televizyon ve gazetelerden yansıyan ve toplumun miğdesini bulandıran olumsuz sonuçları, sizlerin takdirinize bırakıyoruz. Hizbullah konusunda toplumu bilgilendirelim, güya din adına icra edilen bir tedhişi kınayalım ve bu tür düşüncelere sahip münferit bazı gruplar üzerinde caydırıcılık üretelim derken; öyle sanıyoruz ki kantarın topuzu hayli kaçırılmıştır. Kaçırılmıştır ki, Sayın Tantan bahsettiğimiz toplantıyı bunun için yapmış, yukarıdaki sözleri de, olumsuz bir gidişin önünü almak amacıyla sarfetmiştir. Bazı okuyucularımız Tantan'ın cümlelerini, aşırı bir genellemeye tâbi tuttuğumuzu düşünebilirler. Hadisenin ilk günlerinde şahsen biz de böyle düşünmüyor değildik. Fakat daha sonraları kulağımıza, Başbakanlık kaynaklı bazı duyumlar ulaştı. Hizbullah konusundaki yayınlardan ve operasyonlardan, toplumun haklı olarak büyük bir tedirginliğin içine düştüğü, korktuğu; yerine göre de beklenmeyen suçluluk duygularına kapıldığı; "Hizbullah'la câmi" arasında kurulan ilişkilerin amacından saptırıldığı; halk arasında "bu işlerin sonu nereye varacak" diye derin kaygılar hissedildiği şeklinde; bir takım haber ve şikâyetler yansıtılmış Başbakanlığa, dolayısıyla da DSP'ye!.. Benzer kaygı, tedirginlik ve şikâyetler, ANAP ve MHP genel merkezlerine de yoğun şekilde ulaşmış. Bir yanım buz keser, öbür yanım?..
Yani bir yanda Hizbullah vahşetini teşhir etmek arzu ve ihtiyacı; öbür yanda da toplumda hasıl olan derin korku ve kaygıların giderilmesi zarureti!.. İşte manzara bu. Ekranları kan-revân olan, ölüm tarlaları saçılan ve mukaddes câmilerimizi terörist barınağı olarak genelleyen bu yayınlar, sırf bu ülkenin vatandaşları tarafından izlenmiyor. Bütün dünyada, "İşte Türkiye!.." dedirtiliyor. Turizm Bakanı sızlanıyor, kimsenin haberi olmuyor. Bu arada vahşet görüntüleri televizyonlarda yayınlansın mı yayınlanmasın mı diye tartışılıyor. Bazı psikoloğlar diyor ki, hiçbir toplum bu vahşete dayanamaz. Toplumun ruh sağlığı için son derece sakıncalı diyorlar. Bırakın cinayet görüntülerini, öyle sanıyoruz ki mevcut yayınlar bile, bu milletin sağduyusunu tahrip etmeye kâfi gelmiştir. Sayın Tantan'ın uyarılarından sonra yapılan yayınlar bile, evdeki küçük kızımın kusmasının önüne geçemedi. Bu bakımdan hertürlü güvenlik tedbiri kabûl, fakat toplumsal vicdanla bu kadar oynamak fazla değil mi? Bu millet, Millî Mücadele'de bile böylesine bir cesetler anaforundan geçmedi. Birinci Cihan Savaşı içinde Çanakkale ve Kanal Seferleri, bir de Ermeni zulümleri hariç tabiî ki. Onun için diyoruz ki: Ne siyasî partiler, ne hükümet, ne de asker farkında: Bu millet yorgun! Lûtfen izin verin, biraz başını dinlesin bu kalabalıklar!.. Zira 1978'den beri, enflasyondan çektiğini bir allah biliyor, bir de kendisi!.. 1984'den beri de anarşi ve terörden çekiyor. Bu toplum vazifesini yapmadıysa, söyler misiniz, daha ne yapılması gerekiyor? Lûtfen suç, suçlu hepsi kabûl!.. Ama genel değerleri ve mukaddesleri itibariyle, bu milleti ilzâm edecek genellemelerden özenle kaçınmak gerekmiyor mu? Vicdan muhasebesi!..
İşte bu tür kaygılar karşısında duyulan bir ihtiyaç dolayısıyla konuşuyor olmalı sayın Tantan. Ama nerede? Fotoğraf çekilmesi, ses bandı kullanılması yasak bir toplantıda!.. Peki böyle bir konuşma, daha Hizbullah operasyonlarının başında ve de doğrudan televizyonlara karşı yapılsaydı olmaz mıydı? Ayrıca ıkına-sıkına Diyanet Başkanı'nın bir-iki konuşmasıyla, terör konulu Cuma hutbeleriyle bu tür ihtiyaçlar giderilebilir mi sanıyorsunuz? Türkiye yöneticilerinin din konusundaki kompleksleri, ne yazık ki onların elini kolunu bağlıyor ve ortadaki vehâmetin farkına varamıyorlar. Bu konuyu ayrıca yazmaya çalışacağım.
aridvan@yenisafak.com
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|