Türkeş'in gözyaşları
Türkeş çocuklarına sarıldı, tek tek öptü. Küçük kız kollarını babasının boynuna dolamıştı. Ayrılmak istemiyordu. Görevliler ikaz edince ağlamaya başladı. Türkeş'in de gözleri dolmuştu.
12 Eylül günü AP, CHP, MSP ve MHP liderlerinin can güvenliklerinin korunması amacıyla "belirli" yerlerde ikamete tâbi tutulacakları açıklanmıştı.
"Gözaltı"na alınacaklardı.
Açıklama Evren tarafından yapıldı.
Ecevit darbeyi CHP Genel Sekreteri Mustafa Üstündağ'dan almıştı; "Askerler partiyi kuşattı" diyordu Üstündağ.
Canı sıkıldı Ecevit'in. Yatmaya hazırlanıyordu.
Evinin önündeki sivil korumaların alındığını, yerine askerlerin konulduğunu görünce Genelkurmay'ı aradı.
"Evet, darbe olmuştu..."
Yakın arkadaşlarını aramaya hazırlanırken telefonu kesildi.
Odasına geçti, sabaha kadar radyo kanallarını dolaştı. BBC'yi, yabancı haber ajanslarını dinledi. Sabah da son hazırlıklarını tamamlayıp beklemeye başladı.
Demirel de bekliyordu.
Darbe haberini aldığında, ilk tepkisi "Allah kahretsin" olmuştu.
Onun da telefonu kesikti.
Yukarıya çıktı.
Hazırlandı.
"BEN ALPARSLAN TÜRKEŞ"
MSP lideri Erbakan'a haber gece yarısından sonra ulaşmıştı.
Beklemekten başka yapacak bir şey yoktu.
Sabah "güvenlik" gerekçesiyle askerler tarafından evlerinden alındılar. 12 Eylül günü Demirel'le Ecevit askeri bir uçakla Gelibolu'daki Hamzakoy Askeri Dinlenme Tesisleri'ne götürüldüler. Erbakan ise İzmir Uzunada'ya gönderildi.
MHP lideri Alparslan Türkeş o gün evinde bulunamadı.
Ancak ertesi gün, 13 Eylül'de gözaltına alınıp Erbakan gibi Uzunada'ya gönderildi.
Türkeş darbeden haberdardı.
Sol bir darbeden korktuğu için o gün evini boşaltmış, eşi ve çocuklarını bir yakınının evine yerleştirdikten sonra kendisi de Gaziosmanpaşa'daki bir eve geçmişti.
13 Eylül'e gelindiğinde darbenin mahiyeti anlaşılmıştı.
Emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirilen "sağ" görünürlü bir darbeydi. Nitekim MHP'liler yıllar sonra, "Biz içerideyiz, ama fikrimiz iktidarda" diyeceklerdir.
Alparslan Türkeş 13 Eylül sabahı erkenden kalktı.
Saat 06.00'da Genelkurmay Başkanlığı ve Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı'nı aradı.
"- Ben Alparslan Türkeş" dedi.
Evinin adresini verdi.
Saat 08.30'da üç askeri araç eşliğinde bir albayla bir yüzbaşı gelip Türkeş'i aldılar. Etimesgut Havaalanı'na gittiler. Orada bir askeri uçak bekliyordu.
Türkeş önce İzmir Çiğli Havaalanı'na, sonra da bir helikopterle Uzunada'ya götürüldü.
"NEJAT TÜMER OLSUN"
Türkeş, eski bir askerdi ve ordu içinde çok sayıda taraftarı vardı. Kenan Evren'in Genelkurmay Başkanı seçilmesinde dolaylı katkıları olmuştu. Nejat Tümer'in Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na getirilmesinde de rol oynamıştı.
Oramiral Bülend Ulusu 30 Ağustos 1980'de emekli edildi.
Yerine iki aday yarışıyordu:
Arif Akdoğanlar ve Nejat Tümer.
Eski Milli Birlik Komitesi üyesi Muzaffer Özdağ bir gün Türkeş'i ziyarete geldi.
"- Deniz Kuvvetleri'ne kimin getirilmesi düşünülüyor?" diye sordu.
"- Kim daha uygundur size göre?" dedi Türkeş.
"- Kıdem olarak Arif Akdoğanlar daha önde ama Nejat Tümer daha başarılı, daha yetenekli biridir. Denizciler arasında seveni çoktur. Tümer'i tayin etmeniz daha doğrudur."
Türkeş, Özdağ'ın sözlerini Başbakan Demirel'e nakletti.
Demirel'in yaptığı istihbarat da Nejat Tümer'i öne çıkarıyordu ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na kıdemsiz olmasına rağmen Oramiral Nejat Tümer getirildi.
Türkeş, hayatındaki en uzun tutukluluk günlerine başlarken "Milli Güvenlik Konseyi'nin oluşmasındaki dolaylı katkıları"nı hatırlayıp acı acı gülecektir.
Millî Şef İnönü döneminde 11 ay hapis yatmıştı.
Tırnakları sökülmüş, "tabutluk" adı verilen küçük hücrelere atılmıştı. 1960 darbesini izleyen aylarda Milli Birlik Komitesi ikiye bölününce "14'ler"den biri olarak yurtdışına sürülmüştü.
Uzunada'da Erbakan'a komşuydu şimdi.
Erbakan, eşi ve çocuklarıyla birlikte kalıyordu.
Bir hafta sonra Türkeş de çocuklarını yanına aldırttı.
İlk birkaç gün oldukça zorlanmış, kendisine yapılanları kabul etmekte güçlük çekmişti. Gerçi Deniz Albayı Ergun Dinçel kendisini büyük bir nezaketle karşılamıştı ama, aynı şeyi adadaki Jandarma Komando Yüzbaşı için söylemek zordu.
"GÜLÜMSEYEMEM... ELİMDEN GELMİYOR..."
Türkeş Uzunada'ya ayak basar basmaz üstü başı arandı.
Belinden kemerini, boynundan kravatını aldılar.
Hatta ayakkabılarının içine bakıldı.
Emri veren jandarma yüzbaşıydı.
Albay Dinçel öfkelendi:
"- Ayakkabılarında ne saklamış olabilir!"
Birkaç gün sonra Albay Dinçel geldi.
"- Komutanlıktan resminizi istiyorlar!" dedi.
"- Ne yapacaklarmış?"
"- Emir böyle efendim."
Hemen bir kahvaltı masası hazırlandı. Eski püskü tabak, çatal ve kaşıkların yerine yenileri konuldu. Türkeş'i masaya oturttular.
"- Rahat görünün..."
Resim çekildi.
Resim beğenilmemiş olacak ki ertesi gün Türkeş yeniden kahvaltı masası dekorunun önüne oturtuldu. Kravatı ve kemeri iade edildi. Resimde kravat ve kemer özellikle görünmeliydi. Emir böyleydi.
Albay Dinçel:
"- Gülümseyin efendim!" dedi.
27 Mayıs'ın kudretli albayı baktı, baktı, baktı.
Gülümsemeye çalıştı.
Zorladı kendini. Sonra kırgın bir sesle:
"- Elimden gelmiyor" dedi, "Olduğu gibi çekin..."
TÜRKEŞ'İN GÖZYAŞLARI
Uzunada'daki "zorunlu ikamet"ten 28 gün sonra Erbakan ve Türkeş aileleriyle birlikte askeri bir uçakla Çiğli Havaalanı'ndan Etimesgut'a getirildiler.
Sıkıyönetim Komutanlığı'na sorgulanmaya götürülüyorlardı.
Havaalanında çocuklarından ayrılacaklardı.
Uçaktan indiklerinde küçük kızı Türkeş'in kucağındaydı. Oğlunu da eşi taşıyordu.
Apronda askerler bekliyordu.
"- Vedalaşın ve ayrılın!" dedi görevli subay.
Türkeş çocuklarına sarıldı, tek tek hepsini öptü.
Küçük kız kollarını babasının boynuna dolamıştı.
Ayrılmak istemiyordu.
Görevliler ikaz edince ağlamaya başladı.
Türkeş'in de gözleri dolmuştu.
Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı'na getirildiğinde kulağında kızının hıçkırıkları vardı hâlâ...
Hemen o gün, saat 13.00'te sorguya alındı.
Yemeden, içmeden, dur durak bilmeden yapılan sorgu geceyarısı saat 00.30'a kadar sürdü.
Biri sivil, altısı asker yedi savcı Türkeş'e bankadaki parasını, dört evinin hesabını, partide bulunan belgelerin mahiyetini, her şeyi soruyorlardı. Sorguyu yöneten askeri savcı Nurettin Soyer'di.
Yarın : Erbakan tutuklanıyor
|