Türkiye'nin birikimi... | ||
|
İnsan ıstırabıŞu günlerde sokağa biraz daha dikkatli bakıldığında, insanların yüzlerindeki mutsuzluğun yüz çizgilerini giderek 'kemirmeye' başladığını daha çok farketmek kaçınılmaz. Derin bir mutsuzluk, yüz çizgilerinin coğrafyasında fay kırıklarının yaptığı etkiye benzer tahribatlar meydana getiriyor. İnsanlar hayatla birazcık olsun başbaşa kalarak, hayatın kendilerine getirdiklerini damıta damıta içselleştirme imkânı bulamıyorlar artık. Hayatın her rüzgârı geliyor, yüz çizgilerinde derin yarıklar açarak mutsuzluğun resmini, kurumuş toprağın görüntüsüyle eşleştiriyor. Bayramda biraz daha iyi gelir sahibi olanların büyükşehirleri terketmesiyle, geriye kalanların yoğun olarak düşük gelirlilerden oluşmasıyla, biraz daha çıplaklaştı, bu toprakların giderek hücrelerine sinmeye başlayan 'ıstırab'. Bahsettiğim sadece sefalet, yoksulluk veya imkânsızlıklarla kuşatılmış olmak değil. Bunları çok daha fazla aşan ve belki bunları da dönüştürerek mülkleştiren ve oradan da derin bir 'umutsuzluğu' ve 'acıyı' doğuran bişeyden bahsediyorum. Sokaklardaki insan yüzlerinde sadece sefalet, sadece yoksunluk ya da imkânsızlıklarla kuşatılmış olmak değil, ancak derin bir aşağılanma duygusunun eşlik edebileceği bir mutsuzluk dolaşıyor. Artık çocuk yaştakilerin bile yüz çizgilerini kemiren birşey bu... Bunun en temel sebebi insan hayatının sadece 'insan hayatı' olarak önemsizleşmesidir. Eğer insan hayatı sadece insan hayatı olarak gündeme geliyor ya da kendine yer açmaya çalışıyorsa, bu, kabul edilmeyen birşeydir, bütün dünyada işleyen 'sistem' tarafından. Mali piyasaların ya da meta piyasalarının konusu, yani nesnesi olmuyorsa insan hayatı, artık önemsizleşmiştir. İnsanlardan istenen, 'sistem'in buyurduğu tanımlar ve biçimler içinde özel hayatlarında ya da kamusal hayatlarında 'tüketici' (ekonomik değil siyasal tüketicilikten bahsediyorum burada) olmaktır. Eğer özel hayata ya da kamusal hayata verili tanımlar dışında bir tanım yüklemeye kalkışırsanız ve insan hayatının biricikliği temelinde bir yön vermeye çalışırsanız, bu bütünüyle reddediliyor ve mahkûm ediliyor. Bunun en etkili aracı ve açık göstergesi siyasetin giderek önemsizleştirilmesidir. Bütün o küçük oyunların ve bıktırıcı çekişmelerin ötesinde siyasete 'en yüksek insan faaliyeti' işlevini veren şey budur. Demokratik siyaset, yurttaşların özgürlüklerinin önündeki engelleri kaldırmak ve özgürlük imkânlarını artırmak gayesiyle demlenmiş bir tecrübe olarak insanoğlunun emeğinden türemiştir. Fakat her geçen gün bu büyük 'tecrübe'nin daha çok mülkleştirildiğini görmekteyiz. Siyasete artık 'insan hayatı' aleyhine nüfuz imkânları çoğalmıştır. İnsanların hayatları üzerinde, daha basit ve indirgemeci bir deyişle, 'ihtiyaçları' (sadece ekonomik ihtiyaçları değil, bütün insani ihtiyaçları ve özelde siyasal ihtiyaçları kastediyorum) üzerinde 'piyasa'nın ya da 'devlet'in diktatörlük kurmasını seçmekten başka her türlü yok tıkanmaktadır. 'Devlet' ya da 'piyasa' diktatörlüğünden birini seçmek zorunda kalmaktadır insanlar. Kavramlar da bu şemaya uyumlaştırılmıştır. Otoriterizm-liberalizm, yerlilik-küreselleşmecilik veya Ankaracılık-Kopenhagcılık kavram çiftleri tartışma gündemlerinin gizli etiketleri olarak safları belirlemektedir, ama sırasıyla ya 'devlet'in ya da 'piyasa'nın egemenliği karşısında insan hayatının giderek 'sessizleşmesine' karşı bir öneri sunamamaktadır. İnsan hayatı giderek suskunlaşmaktadır; ıstırabla başbaşa kalmaktadır. Siyasetin önemsizleşmesi bunun göstergesi ve besleyicisidir. Bu ortamda ortaya çıkan hükümetler de giderek daha fazla 'siyasal hurda' üretmekten başka bir işe yaramamaktadır. Bugün Türkiye'nin bütün siyasi partileri, hep beraber bu 'siyasal hurdalığın' tüccarları olmanın ötesinde bir pozisyon üretememektedirler. Büyük çoğunluğa sirayet etmiş, utanç verici bir biçimde genelleşmiş bir 'uyumculuk', iğrenç bir hastalık gibi bu ülkenin bütün hayat kanallarını tıkamıştır. Siyasi parti liderlerinin konuşmalarından sanat üretimine, televizyon reklamlarından köşe yazılarına kadar her yerde büyük bir 'tiksinti'nin makbul gösterilme çabaları at koşturmaktadır. Oysa bu derece teslimiyetçi bir uyum çabası için siyasete, sanata ve medyaya gerek yok, çünkü bu derece düşkünleşmiş bir uyumculuğu insanlar kendi başlarına da gerçekleştirebilirler. Yüksek faaliyetlerden beklenen şey bunun ötesidir, daimileştirilmesi değil. Bu tabloda topyekûn insan hayatının aşağılanması vardır. İnsan hayatına karşı hoyratlığın ifadesi olan çeteler bu topraklarda bütün ipuçlarına rağmen halâ örtbas edilmek istenmektedir. İnsan emeği banka hortumlayanların paspası haline gelmiştir. Bütün bunlara karşı tavır alması gerekenler ise ya devletçi iktidarın ya da piyasacı iktidarın safında durarak şaşkın şaşkın dolaşmaktadır. İşte insan hayatının aşağılandığı yer de burasıdır. Çünkü bu biçim iktidarların nesnesi olmadan insan hayatının safında duran bir ses yoktur; siyaset yoktur. Oysa insan hayatının yanında durmak için vardır siyaset, insan ıstırabına seyirci olmak için değil. 'Devlet'in ya da 'piyasa'nın safında değil, 'kamu'nun safında yer almalıdır. Büyük projelere ihtiyacı da yok artık, herşey çok açık; ıstırabın bir nebze azaltılması, yani insan hayatının yüceltilmesi yeter...
ocelik@yenisafak.com
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|